İsrail Sorunu ve Gazze Sempozyumu

İsrail Sorunu ve Gazze Sempozyumu

İsrail Sorunu ve Gazze Sempozyumu

SAÜ Ortadoğu Enstitüsü (ORMER) ile Uluslararası İlişkiler Bölümü tarafından
düzenlenen “İsrail Sorunu ve Gazze” başlıklı sempozyum Sakarya Üniversitesi (SAÜ)
Turgut Özal Kültür ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Sempozyumun açılış
konuşmasını yapan Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü Müdürü Prof. Dr.
Tuncay Kardaş, “Normal zamanlardan geçmiyoruz, zor zamanlardan geçiyoruz,
duygusal, vicdani bir konuyla karşı karşıyayız” diyerek sempozyumun amacının İsrail
sorunu ve Gazze konusunun bilimsel, sosyal ve insani boyutuna odaklanmak
olduğunu söyledi.
Selamlama konuşması yapan SAÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Özer Köseoğlu, “Bu
sıcak gündemi burada bilimsel tüm boyutlarıyla; politik, sosyal, tarihi, kültürel, siyasi,
dış politika inceleme, dinleme, tartışmalara katılma imkanı var ve bunu takip etmek
için zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum” diyerek katılım sağlayanlara
teşekkürlerini iletti. Üniversite olarak o bölgedeki olayların yakından takip edildiğini
belirten Prof. Dr. Köseoğlu, “Buradaki Filistinli öğrencilerimizle buluşmaya çalışıyoruz,
onları dinliyoruz” dedi.
İki oturum halinde gerçekleştirilen sempozyumun ilk bölümünde konuşan Sakarya
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dursun, oturumda
yaptığı konuşmada, Filistin sorununu “birbirini etkileyen sorunlar yumağı” olarak
tanımladı. Filistin sorununun sanıldığı kadar basit, bölgesel, ulusal bir sorun
olmadığının altını çizen Dursun, “Filistin sorunu, asırlardır üzerinde yaşadıkları
topraklardan dışarıdan gelmiş güçler tarafından kovulmuş, topraklarına el konulmuş,
milyonlarca Filistinlinin kendi topraklarına, yaşadıkları mülkiyetlerine dönme ve
burada kendi kaderlerini belirleme sorunudur.” ifadesini kullandı. Dursun, bu sorunun
uluslararası alanda ciddi sorun olarak ortaya çıkmasının arka planında yatan
faktörlere de değinerek, şunları kaydetti: “En önemli sorun, siyonizm ideolojisidir.
İkinci temel faktör, büyük devletlerin siyonizme yaptıkları destek olmasaydı, yine
Filistin sorunu olmazdı, İsrail de olmazdı. Üçüncü önemli faktör, İngiliz manda
yönetiminin Yahudiler lehine takip ettiği politikalar. Dördüncü faktör, bildiğiniz gibi
dünyada barış ve güvenliği sağlamak amacıyla 2. Dünya Savaşı sonunda Cemiyet-i
Akvam’ın yerine oluşturulmuş olan Birleşmiş Milletlerin (BM), 1947’de Filistin’e ilişkin
olarak Taksim Kararını oylaması ve bunun sonunda Filistin topraklarının bir kısmını
Yahudilere, bir kısmını Araplara bırakması, Kudüs için de uluslararası bir
enternasyonal yönetim öngörmesi. Dolayısıyla bu 4 faktör, Filistin sorununun ortaya
çıkmasına ve boyutlanmasına ciddi katkı sağladı.”
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yücel Acer de ortada
aslında nerde durması gerektiğini bilmeyen, kendisine öngörülen sınırların ötesini
aşmış, hala aşmak isteyen bir İsrail sorununun var olduğuna işaret etti. Oysa bunun
tam tersi olması gerektiğini belirten Acer, “Orada bir nevi sonradan gelmiş, büyük
devletlerin inisiyatifiyle devlet kurmayı başarmış bir toplumun kendini kabullendirmek
gibi bir amacı olması gerekirken, tam tersine daha da genişlemeye çalışan,
öbürlerinin haklarını daha da daraltmaya çalışan bir İsrail gördük.” dedi. Acer, sadece
büyük devletlerin çıkarı örtüştüğü zaman işleyen sistemin aslında yok hükmünde
olduğunu vurgulayarak, “Dünya 5’ten büyüktür.” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın burada üstlendiği rolün çok önemli olduğunu dile getirdi.

Sivillerin kasten öldürülmesi, sivil yerleşim yerlerine saldırı, gereksiz acı ve yıkıma yol
açan türden güç kullanma, halkın topluca zorla yerinden edilmesi, sistematik şekilde
belli bir halk topluluğunun kıyıma uğratılmasının yasaklanmış eylemler olduğunun
altını çizen Acer, şöyle devam etti: “Mesela sağlık kuruluşları, sağlık personeline
saldırılmaması, basına veya belirli işaretleri taşıyan kişilere saldırılmaması gibi
kurallar var. Bu kuralların ihlali, hukuki ihlal değil, cezai sorumluluk getiren suçlardır.
Bu eylemleri gerçekleştiren kişiler, şahsen cezai olarak sorumludur. Kendi devletleri
tarafından hatta bu soykırım veya insanlığa karşı suçsa bu herhangi bir devlet
tarafından yargılanabilirler. Ama yargılanmamaları çok yaygın bir durum olduğu için
1998’de Uluslararası Ceza Mahkemesi kuruldu. Sahada ne oluyorsa delillerini
mahkeme topluyor şimdi. Bunların sonucunda yakın gelecekte başta Netanyahu
olmak üzere bazı karar verici İsrail yöneticilerinin mahkeme tarafından hakkında dava
açılıp yakalama kararı çıkarılması gereken süreçten bahsediyoruz.” Acer,
çatışmaların durdurulup masum insanların kurtarılması gerektiğini vurgulayarak,
“Bunu gerçekleştirenlerin şahsen cezalandırılmasını sağlamak gibi bir amacımızın
olduğunu da özellikle vurgulamak istiyorum.” dedi.
SAÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Kemal
İnat da İsrail’in saldırganlığını seyretmeye maruz bırakıldıklarını ifade etti. İnat, kısa
vadede ellerinden gelenin, bu tür sempozyumlar, eylemler, protesto gösterileri
düzenlemek olduğunu belirterek herkesin Filistin’de yaşanan katliama dikkati
çekmeye çalıştığını anlattı. Farkındalığın oluşturulması konusunda gençlere çok iş
düştüğünün altını çizen İnat şöyle devam etti: “Uluslararası siyasal sistem açısından
baktığımızda bu durum İslam dünyasının güçsüzlüğünden kaynaklanıyor. İsrail ve
ona destek veren ABD, Batı dünyasının büyük çoğunluğu, İslam dünyası karşısında
ciddi güç farkına sahipler. Sadece ABD’nin ekonomik kapasitesi, 45 İslam ülkesinin 3
katı büyüklüğü civarında. Askeri harcamalarda benzer bir tablo söz konusu. Bu
tabloyu değiştirmediğimiz sürece bu utancı yaşamaya devam edeceğiz. Bu tabloyu
değiştirmek de siz gençlerin işi. Bunu gerçekleştirmek çok uzun bir şey ama
bugünden başlamak gerekiyor.” İnat, bu değişimin gerçekleştirilmediği takdirde
çatışmaların Türkiye sınırına kadar gelebileceğine dikkati çekerek “Şu an Filistin
bütün İslam dünyası için o direnci gösteriyor ve çok ağır bedeller ödüyor. Bir şeyler
yapılmazsa 20 yıl sonra zaten Filistinliler teslim olmuş olacaklar ve Ürdün, Mısır,
Suriye, Türkiye aynı saldırganlığın olumsuz sonuçlarını ve şu tablonun aynısını
yaşamak zorunda kalacak. Bunları yaşamak istemiyorsak herkesin çok çalışması
gerekiyor. Özellikle gençlere bu konuda çok iş düşüyor.”Panelde, SAÜ Ortadoğu
Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Balcı ve SAÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim
Üyesi Doç. Dr. İsmail Ediz de konuşma yaptı.
Öğleden sonra gerçekleştirilen moderatörlüğünü Doç. Dr. Nebi Miş’in yaptığı
sempozyumun ikinci bölümünde ETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin
Duran, Anadolu Ajansı Genel Müdürü Serdar Karagöz ve Gazeteci İhsan Aktaş
konuşmacı olarak yer aldı.
Anadolu Ajansı (AA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Serdar Karagöz,
İsrail’in 1 aydır süren yoğun bombardımanına rağmen Gazze’de habercilik
mücadelesini sürdürdüklerini, Anadolu Ajansı muhabirlerinin çektiği görüntü ve
fotoğrafların tarihe delil olarak geçeceğini söyledi.
“Uluslararası medya diye tabir ettiğimiz ve kendisini tarafsız olarak nitelendiren bir
medya yok fakat ‘öyleymiş gibi yapan’ medya var.” diyen Karagöz, her medya

kuruluşunun editöryal duruşu bulunduğunu ve bu duruşun en birincil kaynağının
sahiplik olduğunu anlattı.
Karagöz, uluslararası medyada 5-6 büyük medya şirketinin, televizyonlara, haber
portallarına, gazetelere ve dergilere sahip olduğuna değinerek, The New York Times,
CNN, The Wall Street Journal, Fox News, aynı şekilde Türkiye’de site ve gazetelerin
sahipliğine bakıldığında, editöryal duruşun o sahipliğe göre şekillendiğini aktardı.
İkinci etkenin devletler olduğuna, söz konusu medyanın hangi devletin sınırları
içerisinde faaliyette bulunduğunun etkisine işaret eden Karagöz, “Küresel bir medya
eğer merkezini Amerika Birleşik Devletleri olarak belirlemişse çok ayrışmaz. Zaman
zaman birkaç konuda eleştirel yaklaşım sergiler ama asla çok ayrışamaz. ABD devlet
politikasından Amerikan medyası çok ayrışamaz. Sözel anlatılarda bağımsızlık,
gazetecilerin tarafsızlığı gibi söylemler, çok dinlediğimiz masallardır. Fakat gerçekte
Amerikan devleti nasıl refleks gösterirse, kendilerini en bağımsız ilan eden medya
kuruluşları da üç aşağı beş yukarı öyle refleks gösterir.” diye konuştu. Karagöz,
Mısır’da darbe gerçekleştiğinde kendisinin New York Times’ta çalıştığından
bahsederek, dönemin Dışişleri Bakanı John Kerry’nin darbeyi “demokrasinin
restorasyonu” olarak tanımlamasının ardından gazetenin, olayı birinci sayfadan
“Havai fişekler ile Mursi devrildi” şeklinde verdiğini kaydetti.
Karagöz, İsrail-Filistin konusunda da durumun aynı olduğunu, olayların başında
Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın 7 Ekim gününü, “kışkırtılmamış terör örgütü
Hamas militanlarının saldırısı” olarak tanımladığını aktararak, “Bakın her kelime çok
önemli. Bu ne demektir? Diyor ki, ‘Teröristler kışkırtılmadılar ama saldırdılar. Bütün
hikayeyi, bütün haklı çıkartmayı bunun üzerine kuracaksınız.’ Bu ‘İsrail’in kendini
savunmaya hakkı vardır’ cümlesinden bir önceki cümledir. ‘Kışkırtılmamış Hamas
teröristleri tarafından yapılan saldırı neticesinde İsrail’in kendini savunma hakkı
vardır.’ Bitti. Amerikan medyası işte bütün hikayeyi bunun üzerine kurdu.” ifadesini
kullandı. New York Times’ta yer alan İsrail savaş uçaklarının Gazze’de hastaneyi
vurmasıyla ilgili haberi örnek gösteren Karagöz, saldırı olarak verilen haberin,
editöryal müdahalenin ardından faili gizlenen patlama haberine dönüştüğünü
vurguladı. Gazze’de canı pahasına görev yapan kadrolu ve serbest haberci 23 kişi
olmak üzere 63 çalışma arkadaşıyla Filistin’de görevlerini sürdürdüklerini bildiren
Karagöz, şöyle konuştu: “İki arkadaşımızın ailesiyle kaldığı ev vuruldu. Anne babaları
vefat etti, buna rağmen orada habercilik mücadelesini devam ettiriyorlar. Ve
yaptığımız iş esasında, uluslararası hukuk için delil toplamaktır. Anadolu Ajansı
muhabirinin bir anlık dikkati, orada fotoğrafları alıyor, o fotoğraftaki kodlardan bunun
fosfor bombası olduğu delillendiriliyor. Bir kare fotoğraf, belki 1 yıl sonra, belki 5, belki
10 yıl sonra, günün birinde bu katliam geriye dönük yargılandığında Anadolu
Ajansının çektiği o fotoğraf tarihe delil olarak geçecek.” Karagöz, AA çalışanlarının bu
görevi para için yapmadığına dikkati çekerek, “Kendileri, şu an tarihe geçtiklerinin ve
dünyanın akışına etki ettiklerinin bilincinde olarak yapıyorlar. 63 kahraman
habercimizle şu an orada hakikatin mücadelesini veriyoruz. Merkezdeki
arkadaşlarımız da Teyit Hattı’yla İsrail’in manipülasyonunu, dezenformasyonunu
engellemeye çalışıyorlar. Pek çok konuyu biz düzelttik.” dedi. AA Teyit Hattı ile
gelişmeler karşısında, İsrail’in yaklaşımına yönelik uluslararası medyanın diline karşı
da mücadele ettiklerini vurgu yapan Karagöz, “Ne diyor uluslararası medya ‘Filistin
sorunu.’ Biz buna direniyoruz. Anadolu Ajansı editöryal yaklaşımı şunu söylüyor;
Filistin sorunu yok, İsrail sorunu var. Bizler olayları değerlendirirken asla ve asla
Filistin sorunu diye bir sorundan bahsetmeyeceğiz. Bu toplumsal bir bilinç.” dedi.
Batıda ana akım medyanın Müslüman konuklarına sorduğu “Hamas’ı kınıyor

musunuz?” sorusunun yer aldığı videonun gösterilmesinin ardından Karagöz, batı
medyasının kendi kavramsallaştırmalarına dayanarak hareket edildiğinde
karşısındakine hak tanıdığının altını çizdi. “Sosyal medya ve vatandaş gazeteciliğinin”
bu anlamda dengeleyici rol oynamaya başladığına ve konvansiyonel medyanın dilinin
sorgulandığına dikkati çeken Karagöz, “İsrail karşıtlığı, çatışmanın çok uzağındaki
bölgelerde artmaya başladı. Bu işin sonunda daha da artacak. Moral üstünlük, moral
değerler, Batılı değerler, bütün bunlar erozyona uğradı. Hiç kimse bundan böyle
Batı’nın değerleri ile bir başka topluluğa, bir başka gruba bir cümle kuramayacak.”
diye konuştu. Karagöz, Avrupa Birliği değerleri ayaklar altına alınacak şekilde İsrail’e
şartsız, koşulsuz destek açıklamalarının yapıldığını kaydederek, hakim unsurların
medyasının bunu meşrulaştırmaya çalıştığını ancak “öteki medya” olarak kendilerinin
bilinçlendirmeye, kayıt altına almaya devam ettiklerini söyledi. Bu ikisi arasındaki
mücadeleye işaret eden Karagöz, “Moral üstünlük de bizde, değerler çerçevesinde
olaya bakma imkan ve şartları da bizde. Diğer tarafın elinde hızla tüketilen bir güç
var. Güçlüler mi? Güçlüler. Ama hızla tüketilen bir sert güç var. Sonunda kim
kazanacak? Gücünü hızla tüketenler, kazanamayacak. Biz de bunları belki 5 yıl, belki
10 yıl, belki ömrümüz yetmeyecek, kaydetmeye devam edeceğiz.” ifadelerini kullandı.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Genel Koordinatörü Prof. Dr.
Burhanettin Duran, Gazze’de her 10 dakikada bir çocuğun öldüğünü, sivillerin,
yardım konvoylarının, camilerin, kiliselerin, okulların, hastanelerin ve her türlü insani
ortamın bombalandığı söyledi. Duran, ikiyüzlü bir hegemonyanın İsrail’in yanında
taraf tuttuğunu, bunun örneğinin Irak ve Afganistan işgalinde de görüldüğünü
kaydetti. “Burada Anadolu Ajansı ve buna benzer gerçeği insanlara ulaştırmakta
gayret gösteren bütün kurumlara teşekkürü borç bilmeliyiz.” diyen Duran, İsrail’in,
Hamas’ın saldırısını, terör örgütü saldırısı olarak formüle ettiğini ve bunun üzerinden
baskı oluşturduğunu anlattı. Duran, bölgede savaş değil, büyük oranda katliam
yaşandığına işaret ederek, “Bir direniş var elbette işgale karşı ama bunun 2 ülkenin
savaşı olarak görülmesi çok zor. Ortada bir ülke de yok. Gazze dediğimiz yer,
neticede etrafı çevrili, yani 16 yıldır abluka altında olan bir yer.” dedi. Arap
isyanlarının, İsrail’in önünü açtığı, rahatlattığı bir ortamda, birçok bölge ülkesinin iç
savaş ve krizlerle uğraştığını vurgulayan Duran, İsrail’in 2 devletli çözüm ihtimalini
tümüyle bir kenara bıraktığını ve tacizlerine, saldırılarına devam ettiğini kaydetti. BM
ve diğer ülkelerin yaklaşımına da değinen Duran, “Bu kadar acımasız davranan
İsrail’e batı kamuoyunun, nihayetinde halklar bazında tepki vermeye başlaması iyiye
işarettir. Baskıyla hegemonyayla bazı şeylerin örtülemeyeceğini bize göstermektedir.
Bundan elbette enformasyon ve söylem kavgasında İsrail’in moral üstünlüğünü
kaybettiğini söyleyebiliriz. Fakat şunu da hatırlamak lazım; İsrailliler bunu da çok
umursamıyorlar. Şu an için uluslararası sistemdeki en önemli şeyin güç olduğunu,
hukuk, insan hakları ve değerlerin olmadığını bir kez daha dünya gördü.” ifadelerini
kullandı. Duran, Müslüman toplumda halklar bazında verilen tepkinin, liderler
düzeyinde organize güce ve gündeme dönüşmediğine dikkati çekerek, “12 Kasım’da
İslam İşbirliği Teşkilatının toplantısı olacak. Orada bu konu tekrar gündeme gelecek.
Bakalım orada buna dair neler söyleyecekler ve neler yapabilecekler. Orta Doğu’da
tekrar diplomasi canlandı. Amerikan Başkanı ve bazı Avrupa cumhurbaşkanı ile
başbakanlarının İsrail’i ziyaretinin yanı sıra bölgede diplomasi var. Türkiye bu
anlamda önemli diplomatik hareketlilik içerisinde.” diye konuştu. Türkiye’nin bölgedeki
sorunlu meselelerle ilgilenmemesi gerektiği yönündeki söylemlerin, Türkiye’yi
sınırlandıran dil olduğunu vurgulayan Duran, “Türkiye’nin çevresindeki sorunlara
müdahil olmadan kendi güvenliğini sağlamayacağı bu kadar netken bizi pasifliğe
çağıran, bizi sakin durmaya çağıran yaklaşımın doğru olmadığı kanaatindeyim.” dedi.

Gazeteci İhsan Aktaş da sürecin tarihine değinerek, “Bu savaş neyi değiştirdi? Ben
çok şeyi değiştireceğine inanıyorum.” ifadesini kullandı. Filistin meselesinin, 1970’lı
yıllarda birinci mesele olduğuna, bu konuya ilginin zamanla azaldığına işaret eden
Aktaş, “Sadece Türkiye kamuoyuna bakacak olsak herkes bir Filistin tarihine
odaklandı, İsrail’in 75 yıllık zulmüne odaklandı. Aslında bir yönüyle İsrail 75 yıllık
zulmünü tartışmaya açtı. Bu çok önemlidir. Herkes doğuda, batıda isyan eden,
gösteriler yapanlarla bunu görmeye başladı. Filistin-İsrail meselesini bize sıfırdan
öğretmeye başladı.” değerlendirmesinde bulundu. Amerika ve Avrupa ülkelerinin
tutumlarını da örneklerle anlatan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
liderliğine ve Türkiye’nin bu konudaki tutumuna değinen Aktaş, “Dünyanın birçok
entelektüel vizyonlu insanıyla görüştüğüm zaman, Recep Tayyip Erdoğan’ın dünyada
lider olarak nasıl ayrıştığını da vurguluyor.” şeklinde konuştu.
Panel, katılımcıların konuşmacılara sorduğu sorularla sonlandı.

Etiketler

Fehmi Duman