- Anasayfa
/ - Gündem
/ - İMO Sakarya Şubesi Yönetim kurulu Başkanı Semih UÇAR” Depreme karşı hazırlıklı olmak, depremin yıkıcı sonuçlarıyla başa çıkmanın tek yoludur”
İMO Sakarya Şubesi Yönetim kurulu Başkanı Semih UÇAR” Depreme karşı hazırlıklı olmak, depremin yıkıcı sonuçlarıyla başa çıkmanın tek yoludur”
İnşaat Mühendisleri Odası Sakarya Şubesi Yönetim kurulu Başkanı Semih UÇAR” . Depreme karşı hazırlıklı olmak, depremin yıkıcı sonuçlarıyla başa çıkmanın tek yoludur.
Başkanı Semih UÇAR İnşaat Mühendisleri Odasında Yaptığı Basın Toplantısında YETKİN MÜHENDİSLİK KANUNU, ŞANTİYE ŞEFLİĞİ, YAPI DENETİMİ, İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİ LİSANS EĞİTİMİ, MÜTEAHHİTLİK, YEREL YÖNETİMLER, KENTSEL DÖNÜŞÜM Konularını masaya yatırdı
Başkanı Semih UÇAR “Kıymetli Sakaryalılar, 6 Şubat’ta ülkemizde yaşanan; Kahramanmaraş merkezli iki büyük deprem sonucu yaklaşık 50 bin vatandaşımızı kaybettik, yüzbinlerce vatandaşımız yaralandı ve milyonlarca yurttaşımız da evsiz kaldı.
Öncelikle bu depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz.
Yaralı vatandaşlarımıza da acil şifalar diliyoruz ve bir daha böyle büyük acılar yaşamamayı temenni ediyoruz.
Bu anlamda sadece kader ile açıklanamayacak bu büyük yıkımın ardından; eksikler, ihmaller ve hızla hayata geçirilmesi gereken iyileştirmelerle ilgili metnimizi kamuoyunun bilgilerine sunuyoruz.
İnşaat Mühendisleri Odası Sakarya Şubesi, ülkemizde son 30 yılda yaşanan depremler ve bunun sonucu oluşan can ve mal kayıplarının sebeplerini ve alınması gereken kararları geçmiş dönemlerde defalarca yayınlamıştır. Odamız, durumun önemine binaen bir kez daha bu açıklamaları yapmayı gerekli görmüştür.
Son yaşanan depremlerde oluşan can kayıpları ve maddi zararlar, İnşaat Mühendisleri Odalarının yıllardır yaptığı uyarıların hala dikkate alınmadığının bir göstergesidir.
Açıkça ifade edilmelidir ki bilimi ve bilim adamlarının söylemlerini dikkate almazsak ülke olarak her defasında bu bedelleri ödemek durumunda kalırız. Türkiye’nin bu kayıplara tahammülü kalmamıştır. Binaların depremde yıkılması kader değildir. Yıllardır söylediğimiz gibi deprem öldürmez ihmaller öldürür. Her depremden sonra mimarları, mühendisleri ve müteahhitleri tutuklamak hiçbir sorunu çözmemiştir. Bundan sonra da çözecek değildir. Sonuçta bu kişilere bu yetkiler sınırsız ve ispatsız olarak verilmiştir. Problem zaten burada başlamaktadır. Şimdi bu aksayan yönleri bilgilerinize sunuyoruz.
-
YETKİN MÜHENDİSLİK KANUNU
Yetkin mühendislik kanununun çıkarılması acilen ve öncelikli alınması gereken önlemlerden biridir. Mühendislik hizmetlerinde özellikle yapı alanında hizmet veren proje mühendislerinin yeterli donanıma sahip olmaları, doğru proje üretme açısından son derece önemlidir. Halkın can ve mal güvenliğinin korunması, ulusal kaynakların doğru kullanılması, bilgi ve bilinç düzeyinin artması ile mümkündür.
Mühendislik kanunu 3458 sayı ile 17/06/1938 tarihinde yayınlanmıştır. Üniversitelerde mühendislik eğitimi alan kişiler, mezun oldukları günden itibaren 17/06/1938 tarihli kanuna göre hizmet verme hakkına sahip olmaktadır. Bu haliyle yürürlükteki kanun günümüz ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak kalmıştır.
Lisans düzeyindeki eğitim temel eğitim niteliğindedir. Türkiye’de inşaat mühendisliği lisans diplomasını alan bir kişi sınırsız yetki ile piyasaya atılmakta ve istediği her projeye imza atma yetkisine sahip olmaktadır. Mevcut yasaya göre mühendislik diploması alan herkesin, uygulamada herhangi bir deneyime sahip olmaksızın, bir anlamda sınırsız mesleki yetki ile donatılması, hizmetin niteliği ve güvenirliği bakımından zaman zaman sakıncalar yaratmaktadır. Bir mühendislik dalının onlarca alt dalları bulunmaktadır. İnşaat mühendisinin unvanını taşıdığı mesleğin alt dallarının tamamında uzmanlaşması ya da yetkinleşmesi fiilen mümkün değildir. Buna rağmen taşıdığı unvan nedeniyle tüm alanlarda yetkilendirilmiş olması ayrı bir çelişkidir. Ayrıca her mühendislik disiplini için aynı tarzda bir belgelendirme sistemini oluşturmak doğru olmayacaktır. Çünkü konuların önemine ve gerekliliğine göre, farklı deneyim süreleri, farklı meslek içi eğitim koşulları ve farklı sınav sistemleri gerekecektir.
Oysa dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde, bir mühendisin mezun olur olmaz proje, tasarım veya hesaplara imza atabilmesi kısıtlanmıştır. Mühendislerin bu yetkiyi alabilmesi için çeşitli aşamalardan geçmesi gerekmektedir. Bu aşamalar ülkeden ülkeye değişmekte olup, genel olarak mühendisin belirli bir süre çalışarak tecrübe kazanması ve çalışacağı alanların bilim sınavlarında yeterliliğini kanıtlamasıdır. Bu aşamaları geçtikten sonra mühendis yetkinliğini ispatlar, bir başka deyişle yetki sahibi olur. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerde yetkin mühendislik, çeşitli adlar altında, uzun yıllardır uygulanmaktadır.
Mühendislik alanındaki kişisel gelişim; mesleğin icrası sırasında elde edilen deneyim ve bilgi birikimi ile oluşmakta; kurs, seminer ve benzeri meslek içi eğitimlerle desteklenmektedir. Dolayısıyla mühendislerin bilgi birikimi ve uzmanlık alanlarına göre belgelendirilmesi ve o belgenin niteliği çerçevesinde yetkilendirilmesi son derece önemlidir. Hatta buna ilave olarak lisans diploması alan kişi öncelikle saha tecrübesi edinmeli, şantiyede şantiye şefinin yanında saha mühendisi olarak belirli bir süre çalışmalı ve tüm imalatlara refakat etmelidir. Şantiye tecrübesi olmadan proje yapma yetkisi hiçbir mühendiste olmamalıdır. Sonuçta yapı proje, malzeme ve imalattan oluşur ve unutulmamalıdır ki; Proje prosedür evrakı değildir.
Tüm bu faktörler değerlendirildiğinde 6235 ve 3458 sayılı kanunların ivedilikle değiştirilmesi ve yetkin mühendislik kavramının hayata geçirilmesi gerekmektedir. Yetkin mühendislik uygulaması deprem ülkesi Türkiye’nin ertelenemez ihtiyacı olmuştur. Hızla yetkin mühendislik kanunun çıkarılması günümüz ve gelecek için hayati önem taşımaktadır.
Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri güvenli yapı üretimidir. Deprem hasarlarının çok büyük bir kısmı imalat hatalarından kaynaklanmaktadır. Yapı üretiminin mühendislik esaslarına uygun gerçekleştirilmesini sağlayan en önemli görev şantiye şefliğidir. Ancak buna rağmen bu görevin usulüne uygun yerine getirilmemesi, inşaattaki imalat hatalarını ve dolayısıyla deprem hasarlarını büyütmektedir.
Şantiye şefleri inşaattaki tüm imalatlardan sorumludur. Şantiye şefi, yapım işlerini yapı müteahhidi adına yöneterek uygulayan kişidir. Şantiyede görev alan şantiye şefleri, işveren sıfatı ile sorumluluk sahibidir. Bu sorumluluk, şantiye sözleşmesinde yapı müteahhidinin şantiye şefini ‘işveren vekili’ olarak atamasından kaynaklanmaktadır. Şantiye şefliği inşaatın her aşamasında tam sorumluluk getiren, profesyonelce icra edilmesi gereken ve şantiyede tam zamanlı bulunmanın zorunlu olduğu bir mesleki faaliyettir.
Ancak ne yazık ki şantiye şefliğinin, sadece resmi prosedürleri tamamlamak amacıyla ve basit ücretler karşılığında, yapı ruhsatına atılan imza ile kâğıt üstünde kaldığı bilinmektedir. Can güvenliği için asli bir çalışma alanı olan şantiye şefliğinin, bir deprem ülkesinde ilgili her kurum ve kuruluşun gözü önünde sadece kağıt üzerinde kalması, halkın can ve mal güvenliği açısından tehdit oluşturmaktadır.
Mevcut yönetmeliğe göre sorumluluğu bu denli büyük olan bir mesleki faaliyette, bir kişinin aynı anda birkaç farklı yapım işinin şantiye şefliğini üstlenebilmesi mümkün değildir. Birden fazla yapım işi üstlenilmesi nedeniyle şantiye şefliği görevinin fiilen mevzuata ve çağımız gereklerine uygun yerine getirilmediği; dolayısıyla inşaat kalitesinde istenen seviyelere çıkılamadığı, güvensiz ve tekniğine uygunluğu şüpheli binaların inşasının artarak devam etmekte olduğu gün gibi ortadadır.
Yapı üretim sürecinin yöneticisi pozisyonunda olan şantiye şefliği alanı son derece kontrolsüz ve sorunludur. Mevcut durumda işin niteliği ile hiçbir ilgisi olmayan meslek gruplarının keyfi olarak şantiye şefliği görevini üstlenebildiği, hatta belirli bir kesimin şantiye şefliği görevini yürütecek meslek grubundan olup olmadığının dahi anlaşılamadığı sonucu can yakıcıdır. Elde edilen verilerden; Şantiye Şefleri Hakkında Yönetmeliğin 6’ıncı maddesinin 3’üncü fıkrasında yer alan ve şantiye şefinin görevlendirilmesinde “yapım işinin konusu, niteliği, büyüklüğü ile özel ihtisas gerektirip gerektirmediği ve ilgili imalatların oranının” dikkate alınması gerektiğini bildiren hükmün uygulanmadığı ve şantiye şefliğinin görevlendirilmesinde idarelerin keyfi davrandığı tespit edilmiştir.
2020 yılına ait yapı ruhsatı verilerine göre, toplam ruhsatlar içerisinde inşaat mühendislerinin üstlendikleri şantiye şefliği oranı yüzde 45,8’dir. Oysa elektrik tesisatı, mekanik tesisat, restorasyon ve elektrik ile mekanik tesisata ilişkin tadilat ruhsatları dışındaki yapı ruhsatlarında şantiye şefi olarak görevlendirilmesi gereken meslek grupları, ilgili yönetmelikte tarif edilmektedir. Şantiye şefinin uygun meslek mensubu olarak görevlendirilmemesinin yanı sıra, şantiye şefliği çalışma alanında; fiili olarak şantiye şefi bulundurmaksızın yapım işinin sürdürülmesi, mühendis asgari ücretinin veya önerilen ücretlerin ödenmemesi gibi sorunlar da bulunmaktadır.
Söz konusu sorunlardan bir diğeri de yapı ruhsatı düzenleme aşamasında şantiye şeflerinden Oda Kayıt Belgesi alınmayıp taahhütname ile işlem yapılmasıdır. Yapılan araştırmada Odamız üyesi olmadığı halde “inşaat mühendisi” unvanı ile sistemde yer alan şantiye şeflerine rastlanmıştır. Şantiye şeflerinden Oda Kayıt Belgesi alınmasına ilişkin genelge hükmü olmasına rağmen taahhütname ile yürütülen uygulama, gerçeğe aykırı beyanda bulunarak şantiye şefliği üstlenilmesinin önünü açmaktadır.
Yapı güvenliğinden, dolayısıyla kamu güvenliğinden koparılarak piyasa ilişkilerine terk edilen yapı üretim sürecinde mühendislik hizmetleri külfet olarak görülmekte, bizzat karar vericiler tarafından değersizleştirilmektedir. Sadece meslek mensuplarına değil ülkemize zarar veren bu anlayıştan vazgeçilmelidir. Yapı güvenliğinin bir kamu güvenliği sorunu olduğu merkezi ve yerel yöneticiler tarafından anlaşılmalıdır.
Şantiye Şefleri Hakkında Yönetmelikte; şantiye şefliği ve idarenin görevleri, uygulanacak ilke ve kurallar, şantiye şeflerinin çalışma usulü ve ilgili idarenin görevleri gibi başlıklarda yapılması gereken değişikliklerin bir an önce yapılması gerekmektedir.
Yapılması gereken düzenleme önerileri aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
-
İstisnai durumlar dışında, her şantiye şefi sadece bir şantiyede tam zamanlı olarak görevlendirilmelidir.
-
Şantiye şefliğinin üstlenilmesinde; yapım işinin konusunun, niteliğinin, büyüklüğünün ve ilgili imalatların oranı dikkate alınmalı, keyfi uygulamaların sonlandırılması için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
-
Şantiye şefliği sürekli eğitime ve mesleki tecrübeye gereksinim duyan bir görevdir. Bu görevi yerine getirecek kişilerin ilgili meslek odalarınca verilen eğitimlere katılıp belgelendirilmeleri zorunlu tutulmalıdır.
-
Gerçeğe aykırı beyanda bulunarak şantiye şefliği üstlenilmesinin önüne geçilebilmesi için şantiye şeflerinden Oda Kayıt Belgesi istenmelidir.
-
Şantiye şefleri İMO tarafından belirlenen mühendislik asgari ücretinin altında çalıştırılmamalı, hak ve ücretleri yasal güvence altına alınmalıdır.
-
YAPI DENETİMİ
Ülkemizde kağıt üstünde kalan uygulamalardan biri de Yapı Denetimi hizmetleridir. Yapı denetimi proje üretimi ile başlar ve binanın yapım aşamalarını; kaba inşaat, ince inşaat, mekanik ve elektrik tesisat uygulamaları ile devam eder ve iskan süreci ile sona erer. Yapı denetimi ister kamu kurumları ve kamu görevlileri aracılığıyla, isterse de kamu tarafından yetkilendirilen yapı denetim kuruluşları eliyle gerçekleştirilsin, hiçbir şartta asla piyasa dengelerine ve rekabetçi serbest piyasa koşullarına terk edilemez. Ülkemizdeki yapı denetim sisteminin temel sorunlarından birini bu yöndeki gelişmeler oluşturmaktadır.
Maalesef yapı denetim şirketlerinde çalışan proje ve yapı denetçileri, emekliliğinde yan gelir sağlamak isteyen meslek üyelerinin dinlenme merkezi haline gelmiştir. Projeleri denetleyecek proje denetçilerinin projeyi yapan mimar, inşaat mühendisi, makine ve elektrik mühendislerinden daha bilgili ve tecrübeli olması gereklidir. Günümüz uygulamalarında proje denetçileri güncel yönetmelik ve uygulamalardan habersiz, işi bir imza ve kaşe basmaya indirgeyecek hale gelmiştir. Bu durum belediyelere gelen ve hatta ruhsat almış projelerdeki yanlışlıklar, hatalar ve eksikliklerden de rahatlıkla görülebilmektedir.
Yapı denetim firmalarında uygulamada görev alan yapı denetçileri ile ilgili de benzer sorunlar yaşanmaktadır. Örnekse imalatlarda kolon ve kiriş ebatlarına, döşeme kalınlık ölçülerine bakılmamakta, demir montajında detaylar atlanmakta, beton döküm kuralları aranmamakta ve beton dökümünden sonra betona bakım kuralları kontrol edilmemektedir.
Bu durumdan şu sonuçlar çıkmaktadır: denetçi belgesi alabilmek için beş yıl meslek deneyimi aranmaktadır. Uzun yıllar farklı konularda uzmanlaşan ve bina yapısı ile ilgili bir deneyimi olmayan bazı mühendis ve mimarlara, mesleki deneyim süresini doldurmaları nedeniyle denetçi belgesi verilmekte ve proje ile yapı uygulamalarından sorumlu tutulmaktadır. Denetçi belgeleri; uzmanlık alanlarına göre ve meslek odalarınca verilecek eğitimler sonunda, değerlendirme sınavından başarılı olmuş ve en az yedi yıl meslek deneyimi olan mimar ve mühendislere verilmelidir.
Bugün yapı denetim kuruluşlarında çalışan meslektaşlarımızın ücret ve özlük hakları konusunda ciddi sorunlar yaşadığı herkesçe bilinmektedir. Yapı üretim sürecinde, mühendislik hizmet bedelinin aşağılara çekilmesi açıkçası meslek alanlarımıza dönük itibarsızlaştırma sürecinin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum ivedilikle çözülmesi gereken sorunlar arasındadır.
Ülkemizde isteyen herhangi bir vatandaş Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı İl Müdürlüğü’ne giderek bedelini yatırmak kaydıyla müteahhitlik belgesi alabilmektedir. Bu alanda hiçbir sınırlayıcı, sorumluluk belirleyici, nitelik ve özellik tarif edici düzenleme yapılmamaktadır. Bu durum Türkiye’de müteahhit patlamasına yol açmış, tüm Avrupa kıtasındaki müteahhit firma sayısı toplamının 8-9 katına ulaşmasına sebep olmuştur. Bu sayı inşaat sektörünün nasıl bir rant alanına dönüştüğünü ve sektörün ne ölçüde serbestleştiğini göstermektedir.
Oysa gelişmiş ülkelerde müteahhit olmak için yapının genel özelliklerini kapsayacak eğitimler verilmekte, bunun sonunda da sınav ile müteahhit belgesi alınabilmektedir.
Bu konuyu disiplin altına almak adına acil olarak müteahhitlik kanunu çıkarılmalıdır. Herkesin müteahhitlik yapmasının önüne geçilen; bilime, bilgiye ve güvenilirliğe dayalı bir sistem oluşturulmalıdır. Ülkemizde müteahhitlik sisteminin bir an önce yasal altyapıya kavuşturulması ve yasalaştırılması gerekmektedir.
-
İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİ LİSANS EĞİTİMİ
Bilgi toplumu deyimini sıkça kullandığımız günümüzde, ülkelerin rekabet gücü, sahip oldukları bilgi ve teknoloji ile ölçülmektedir. Üniversiteler de ülkelerin sahip oldukları bilgi ve teknolojinin üretildiği ve yayıldığı kurumlardır. Üniversitelerdeki eğitim sisteminin kalitesine bağlı olarak ülkelerin uluslararası alandaki rekabet gücü artar. Üniversite eğitim sisteminin kalitesi ise; öğrenci kalitesi, öğretim kalitesi, müfredatın yeterliliği, altyapı imkanları gibi birçok değişkene bağlıdır. Bu değişkenlerin büyük çoğunluğunda ciddi problemler yaşayan ülkemizin eğitim kurumları, üniversite eğitiminin kalitesini artırmakta hatta korumakta zorlanmaktadır.
Hâlihazırda verilmekte olan İnşaat Mühendisliği eğitiminin neredeyse iflas etmekte olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Ülkemizde mühendislik eğitimi belli bir planlamaya göre yapılmamaktadır. Özel üniversitelerin bölüm açma refleksleri günlük piyasa koşullarına göre oluşmaktadır. Öğrenciler birer “müşteri” olarak görülmekte ve o gün hangi meslekler popüler ise yetersizliklere bakılmaksızın bölümler açılmaktadır. Bununla birlikte devlet üniversitelerde yeni bölümlerin ise tamamen siyasal popülizm sebebiyle açıldığını biliyoruz.
Son birkaç yılda sınırlanmalarına rağmen doldurulamayan kontenjanlar, bundan böyle bu politikaların kaldırılamaz-sürdürülemez olduğunu göstermektedir. Doğaldır ki gençlerimiz 4-5 yılını; emeğini, zamanını, parasını harcayıp işsiz kalacakları bir mesleğe yönelmemektedir. Bu durum da mesleğimizin geleceği açısından son derece kaygı vericidir.
Türkiye’ de üniversitelerde inşaat mühendisliği lisans diploması veren 127 adet bölüm bulunmaktadır. 2005 yılına kadar kontenjan ve istihdam birbirine yakın seyretmekteyken 2005’ten sonra sorumsuzca açılan yeni üniversiteler ve kontenjan artışlarıyla bugün inşaat mühendisliği bölümleri yıllık ortalama 12000 mezun verilmektedir. Bu bölümlerin birçoğunda öğretim görevlisi açıkları bulunmaktadır ve buralardan mezun olan mühendisler sınırsız yetkilerle piyasaya atılmaktadır.
Çözüm:
-
İnşaat mühendisliği öğrencilerinin mezun olduklarında günümüzün zorlayıcı ve karmaşık problemlerini çözebilmek için gerekli altyapıya sahip olmaları, eğitimde yapılacak iyileştirmelere doğrudan bağlıdır. Bu sebeple MÜDEK, İMO ve YÖK başta olmak üzere, ilgili kurumların iş birliği ile inşaat mühendisliği müfredatı bütün inşaat mühendisliği bölümlerinde esas alınacak şekilde düzenlenmelidir. Müfredat düzenlemeleri mevcut ders yükünü artırmayacak şekilde yapılmalıdır.
-
Lisans eğitimi müfredatına eklenemeyecek fakat daha yetenekli mühendisler yetiştirmek için gerekli görülen özelliklere dair düzenlemeler, lisansüstü programların teşvik edilmesiyle hayata geçirilebilir. Lisansüstü programların mezunlar arasında yaygınlaştırılması ise yetkin mühendislik kanunu gibi uygulamalar ile mümkün olacaktır. İnşaat mühendisliği bölümlerinde uygulanacak geliştirilmiş müfredatın, MÜDEK gibi ulusal kalite güvencesi kurumları tarafından denklik değerlendirilmesine tabi tutulmak suretiyle uygulanmasının teşvik edilmesi, günümüz itibariyle ihtiyaca yeteri kadar cevap veremediği düşünülen inşaat mühendisliği eğitimini iyileştirmek için gereklidir.
-
Tüm ikinci öğretimler kapatılmalıdır.
-
Teknoloji Fakültelerinde inşaat mühendisliği eğitimine son verilmeli ve ara eleman yetiştirilmesi amacıyla yeniden yapılandırılarak inşaat alanına katkı vermeleri sağlanmalıdır.
-
Her üniversiteye inşaat mühendisliği bölümü açılması anlayışından vaz geçilmelidir. Altyapı ve üstyapısı eksik olan üniversitelerdeki inşaat mühendisliği bölümleri kapatılmalı, buralardaki teknik imkân ve öğretim üyesi kaynakları ülke ihtiyaçlarına göre belirlenecek sayıda üniversitede ve etkin bir biçimde değerlendirilmelidir.
-
İnşaat mühendisliğinde verimli bir eğitimin verilebilmesine yönelik olarak öğrencilerden istenmesi gereken asgari temel bilgi seviyeleri nesnel olarak tespit edilmelidir. Bu seviyeye karşılık gelen bir önceki yıla ait başarı sırası, ilgili yılın taban başarı sırası olarak kabul edilmelidir. Vakıf üniversitelerinde, aynı üniversitede öğrenciler arasında temel bilgi seviye farkı oluşmasına izin verilmemelidir.
-
Üniversiteye giriş sınavlarında baraj puanı uygulamasına geçilmeli, baraj puanı İnşaat Mühendisliği mesleğinin önemine karşılık gelecek bir seviyeye çıkarılmalıdır.
-
Akademik kadrolaşmada liyakat ön planda tutulmalıdır. Akademik çalışmalar ve buna bağlı unvanlarda hassas, özenli ve bilimsel etiğe uygun davranılmalıdır.
Deprem nedeniyle yakın geçmişte, birçok ilimizde can ve mal kayıpları yaşadık. Ancak hala şehirlerimizin yaşanabilir birer kent olma noktasına getirilmemesi, bu kayıplardan ders almadığımız anlamına geliyor.
Şehirlerimizin rantı haksız ve şeffaflıktan uzak bir şekilde birilerine aktarıldı. Bu durum mekânsal ve çevresel ölçekte nitelikli bir yapılaşmanın önünü kesti. Açıkçası sağlıksız büyüme ve bu büyümenin oluşturduğu haksız ve hukuksuz uygulamalar bütün şehirlerimizi yeni ve büyük risklerle karşı karşıya bıraktı.
Kentsel hizmetlerde adaletsizlik olmaması gerekmektedir. Barınma, eğitim, sağlık ve ulaşım hizmetlerinin bir insan hakkı konusu olduğu açıktır. Sağlıklı, yaşanabilir ve güvenli kentlerin oluşturulmuş olması gereklidir. Şeffaf ve hesap verebilir bir yerel yönetim anlayışının tüm kentlerimizde hâkim kılınması gerektiği aşikardır. Kent insanından kaçırılarak yapılan uygulamaların toplumsal yarar yerine, kişisel ve grupsal çıkar sağlayacağı ve sağladığı açıktır. Bu tür uygulamaların kamu yararı sağlaması düşünülemez.
Ülkemizin taşıdığı bu yüksek deprem riski, mevcut yapı stokumuzun durumuyla birlikte değerlendirildiğinde, hepimizi korkutan karanlık bir tablo ortaya çıkmaktadır. Yıllar boyu uygulanan yanlış iskân politikaları, çarpık kentleşme, imar afları gibi nedenlerle ülkemizdeki yapıların büyük bir kısmı depreme karşı dayanıksız durumdadır.
TÜİK’in verilerine göre ülkemizdeki binaların yüzde 40’ı kaçak ya da ruhsatsızdır. Bu denetim eksikliği, ülkemizde bulunan 15 Milyon konutun yüzde 10’unun tamamen yenilenme, yüzde 30’unun ise güçlendirilme gereksinimi içinde olduğu sonucunu doğurmuştur.
Unutulmamalıdır ki yapı stokumuzun bu duruma gelinmesinde merkezi ve yerel yönetimlerin payı büyüktür. Her seçim dönemi çıkarılan imar afları kaçak yapı sahiplerinde “bir yolu bulunur” algısına yol açmaktadır. Ruhsat almaksızın inşa edilen kaçak yapılar gerek projelendirme gerekse imalat sürecinde hiçbir şekilde mühendislik hizmeti almamış yapılardır. Varsa projelerinin deprem yönetmeliğine uygun olup olmadığı bilinmemektedir. İmalat süreci denetlenmediği için kullanılan malzemelerin standartlara uygun olup olmadığı da bilinmemektedir.
Tüm bunlarla birlikte, kentimiz özelinde de ciddi bir zemin problemimiz mevcuttur. Literatürde sıvılaşma olarak bilinen; deprem esnasında zeminin taşıyıcılığını yitirmesi konusu, deprem etkilerini daha çok hissetmemize ve daha çok yıkıma neden olmaktadır.
Bizler, İnşaat Mühendisleri Odası Sakarya Şubesi olarak bu konuda üniversitemizle birlikte, Sakarya için “Sıvılaşma ve Zemin İyileştirme Yöntemleri” konulu bir kılavuz hazırladık ve İlgili bakanlık, belediyeler ve diğer tüm paydaşlarımızla paylaştık.
Kısa süre içerisinde bu çalışmamızı kamuoyuyla da paylaşacağız ve kentimizde depreme dayanıklı yapı üretimi konusunda üzerimize düşen ne varsa yapmaya hazırız.
Çözüm:
Bir deprem coğrafyasında bulunan ülkemizde merkezi ve yerel yönetimlerin yapması gereken imar afları uygulamalarını teşvik etmek değil, cezai yaptırımlar ve yoğun denetimlerle kaçak ve imar dışı uygulamaların önüne geçecek önlemleri almaktır.
Kentsel ve kırsal alanlarda yerleşim yeri seçiminde, planlama ve yapılaşma karar süreçlerinde ülkemizin afet gerçeği göz önünde bulundurulmalı, yeni yerleşim yerleri fay hatları, dere yatakları, heyelan bölgelerinde inşa edilmemelidir ve tarım arazileri imara kesinlikle açılmamalıdır.
Popülist yaklaşımlardan vazgeçilmeli kaçak yapılaşmaya müsaade edilmemeli, üretilecek tüm yapıların mühendislik ve mimarlık hizmeti alması sağlanmalıdır.
Belediyelere ruhsat almak için gelen projelerin uygunluğu ihtisas alanına göre sıkı bir kontrolle, konusunda uzman kişiler tarafından yapılmalıdır. Özellikle zemin etütleri geoteknik uzmanı bir inşaat mühendisinin kontrolü olmadan onaylanamaz. Statik Betonarme projelerinin üstüne basılan ‘’sistem seçiminden ve hesaplardan dolayı sorumluluk kabul edilmez.’’ kaşesi ve atılan imza, imzayı atan mühendisi kontrol sorumluluğundan kurtaramaz.
İskan sonrası yapıda yapılacak yapısal tüm tadilatlar ruhsata tabi olmalı ve şantiye şefinin kontrolünde yapılmalıdır. İlave kaçak kat çıkılması, bazı taşıyıcı kolon ve kirişlerin ortadan kaldırılması binanın deprem dirençli yapı olmaktan çıkmasına neden olmaktadır. Bu yüzden yerel yönetimler şikayet dilekçesi beklemeksizin binalarda periyodik (örneğin 2 yılda bir) bina kontrolleri yapmalıdır. Binalara iskan ruhsatı alınması iskandan sonra istediğini yapma özgürlüğü değildir.
Birçok başlık altında bahsettiğimiz gibi ülkemizdeki yapıların durumu iç karartıcıdır ve bu durum göz önüne alındığında, mevcut yapıların depreme dayanıklı hale getirilmesi için topyekûn bir seferberlik başlatmamız gerektiği gün gibi ortadadır.
Binaların güçlendirilmesi veya kentsel dönüşüm meselesi ertelenemez ve kişilerin keyfine bırakılamaz bir kamusal sorumluluk olarak ele alınmalıdır. Hükümetler ve yerel yönetimler bu konuda yönlendirici ve özendirici olmalıdır. Unutulmamalıdır ki, yapıların güçlendirilmesi veya dönüşümü için ödenecek hiçbir bedel, deprem sonrasında kaybedeceklerimizin yaşatacağı acıyla boy ölçüşemez. Kentler baştan aşağıya deprem ve diğer doğal afetlere uygun biçimde yeniden yapılandırılmalıdır. Kentsel dönüşümler, yeni rant alanları yaratmak amacıyla değil, afet riskini en aza indirmek ve kent güvenliğini sağlamak amacıyla yapılmalıdır.
Depremleri büyük toplumsal trajediler olarak yaşamaktan kurtulmamız için atılacak ilk adım, kentleşme ve yapılaşma konularını “rant meselesi” olarak görmekten vazgeçmek olacaktır. Bu noktada en büyük sorumluluk hükümetlere ve yerel yönetimlere düşmektedir. Depremle mücadele, deprem sonrası “yara sarma” faaliyeti olarak algılanmamalıdır. Depreme karşı hazırlıklı olmak, depremin yıkıcı sonuçlarıyla başa çıkmanın tek yoludur.
Son olarak; 6 Şubat Depremlerinin yaratmış olduğu yıkımda sorumluluğu bulunan herkesin yargı önüne çıkarılarak hukuk nezdinde hesap sorulması Oda olarak bizlerin de öncelikli talepleri arasındadır.
Gerçek ve adil bir yargılamanın en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm sorumluları tespit edip cezalandırabileceğine inanıyoruz.
Ancak yapılmakta olan soruşturmaların seyrine bakıldığında, gerçek kusurluların ortaya çıkarılmasından uzaklaşıldığı, tutuklamaların bazı meslek gruplarının topyekûn cezalandırılması haline dönüştüğü görülmektedir. Yıkılan binaların hangi sebepten yıkıldığını anlamadan, o sebeplerin sorumluluk zincirini tespit etmeden, o binaya ilişkin ilgili ilgisiz herkesi tutuklamak adaletin tecellisinden ziyade adalete olan güveni sarsmakta, gerçek faillerin gözden kaçmasına sebep olmaktadır.
Bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyoruz;
İnşaat Mühendisleri Odası bir meslek örgütüdür. Doğruyu yapmak adına vardır ve dışlanmamalıdır. Bilimden uzak hayata geçirilen uygulamaların sonuçlarını ülke olarak hep birlikte çekmekteyiz.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Etiketler
Bunlarda İlginizi Çekebilir