Sakarya Kent Şurası’nın Eylül ayı olağan toplantısı, Şura Başkanı Erol Öztürk Hacıeyüpoğlu başkanlığında yapıldı.
Sakarya Kent Şurası Eylül Ayı Toplantısı Gerçekleştirildi
Sakarya Kent Şurası’nın Eylül ayı olağan toplantısı, Şura Başkanı Erol Öztürk Hacıeyüpoğlu başkanlığında yapıldı.
Sakarya Kent Şurası Toplantısı konuğu Prof. Dr. Sabahattin Özel Cumhuriyetin kuruluş öncesi ve sonrası Sakarya Tarihi gündem oldu
Tarihe yön veren liderlerin varlığı rastlantıların bir sonucu değildir.
Prof. Dr. Sabahattin Özel, “Atatürk’ün yaşamını, Milli Mücadele dönemini ve sonrasını, eğitimden sanata, dinden siyasete uzanan geniş bir yelpazede, yeni tanıklıklar ve yeni gerçekler ışığında inceliyor. Birçok anekdot, dönemin basınından alıntılar ve mülakatlar ile de zenginleştirilmiş Mustafa Kemal Atatürk. Yeni Gerçekler, Yeni Düşünceler, imparatorluktan cumhuriyete uzanan sürece farklı bir ışık tuttu
Prof. Dr. Sabahattin Özel “Gerçekleri sadece nakletmekle yetinmeyip, akıl ve mantık ölçüleri çerçevesinde değerlendirmek ve böylece geçmişle günümüz arasında sağlam köprülerin kurulabilmesini sağlayabilmektir. Tarihe yön veren liderlerin varlığı rastlantıların bir sonucu değildir. Liderlik yeteneğinde doğuştan gelen niteliklerin varlığını varsaymakla beraber, asıl etkenin yaşamda kazanılan bilgi ve birikim olduğu söylenebilir. Bu bağlamda başta eğitim kurumları ve eğiticiler olmak üzere, çevre koşulları ve ailenin etkileri yönlendirici olmaktadır. Güçlü liderlik, akıl ve iradenin yönlendirdiği emek ve çaba ürünü bir olgudur.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Türk ordusunun ihtiyaç ve
noksanlarının tamamlanmak üzere olduğu günlerde Büyük Taarruz kararını vermiş, Erkan-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi Fevzi Paşayla görüştükten sonra Adapazarı ve İzmit yöresine yapacağı gezi için Ankara’dan hareket etmişti
.
Başkomutanın bu gezisinin amacı “Kocaeli Grubu” nu denetlemekti
. Gezi,ayrıca Mustafa Kemal Paşayla annesi Zübeyde Hanımı kavuşturmak Anadolu’da Türklerin Hıristiyanlara zulüm yaptıkları propagandalarının yoğunlaştığı bir sırada, Türk dostu Fransız edibi Claude Farrere ile buluşmasını sağlamak gibi amaçlara da hizmet etmişti. 11-12 Haziran gecesi gece yarısından sonra özel bir trenle Ankara’dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde Bolu mebusu Cevat Abbas Bey, Hariciye Vekaleti Hukuk Müşaviri
Münir Bey, Başyaver Salih Bey, Yaver Muzaffer Bey, Erkan-ı Harbiye İrtibat Zabiti Şükrü (Şükrü Ali) Bey ve Riyaset-i Kalem-i mahsûsundan Memduh Bey bulunuyorlardı
. Mustafa Kemal Paşa, Milli Müdâfaa Vekili Kazım Paşa’yı da
beraberinde Sarıköy, istasyonuna kadar götürmüş, buraya davet ettiği cephe komutanı İsmet Paşanın da katılmasıyla yapılan görüşmelerde genel taarruzun Ağustos sonlarında yapılabileceği anlaşılmıştı Görüşmelerde, taarruz hazırlıklarının süratle tamamlanması da kararlaştırılmıştı Mustafa Kemal Paşa
ve maiyeti Sarıköy’den sonra yolculuklarına otomobille devam ederek ertesi geceyi Nallıhan’da geçirmişler, bu vesileyle kurbanlar kesilerek dualar edilmiş, fener alayları düzenlenmişti Sonraki gün öğle yemeği Göynük’te yenmiş, Kocaeli Grubu Komutanı Halit Bey ve yaveri Şadi Bey kendilerini karşılamak için Göynük’e gelmişlerdi. Göynük’te tutuklu bulunan bir grup vatandaş, Mustafa Kemal Paşa’ya dilekçe ile başvurarak haksız yere hapsedildiklerini ileri sürmüşlerdi. Mustafa Kemal Paşa yaptırdığı inceleme sonucunda adı
geçenlerin haklı olduklarını görünce telgrafhaneye giderek adliye vekiliyle görüşmüş; işin önemle incelenerek haksız yere tutuklananların serbest bırakılmalarını ve sonucun kendisine bildirilmesini emretmişti
. Göynük’ten sonra Taraklı’da bir kaç saat kalan kafile, 13 Haziran günü gece karanlığında Geyve’ye varmıştı. Halit Bey’in komuta heyetini Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya takdim etmesinden sonra, akşam yemeği hazırlanıncaya kadar önceden hazırlanmış olan büfede meşgul olunmuştu. Çadırda yenen akşam yemeği gece
yarısına kadar sürmüş, başkomutan yemek süresince I . Dünya Savaşı’nda Güney Cephesi’nin durumunu, Yıldırım Orduları grubu komutanı olduğu günlere dair hatıralarını anlatmıştı. Özellikle Başkomutanlığın Alman Askeri Heyeti’ne verdiği yüksek yetki pasaportunun her yerde tereddütsüz geçerli karşılanmasına rağmen, kendisi tarafından vize edilmediğine işaret etmişti. Adeta bir konferans veriyormuş gibi konuşan Mustafa Kemal Paşa’yı karargah
subayları gözlerini kırpmadan dinlemişlerdi Mustafa Kemal Paşa geceyi Geyve köprüsündeki Kocaeli Grubu Karargahı’nda geçirmişti
.
Mustafa Kemal Paşa Adapazarı’nda:
Mustafa Kemal Paşa ve maiyeti 14 Haziran Çarşamba günü sabahı
Geyve’den Adapazarı’na hareket etmiş Doğançay istasyonunda İzmit Mutasarrıfı Sadettin Bey, eşraf ve müdâfaa-i hukuk heyetlerince karşılanmıştı. Adapazarı’ndaki karşılama pek parlak ve samimi olmuş, süvari ve piyade birliklerince ihtiram resmi ifâ olunmuştu. Bu arada İsmail Hakkı Bey (Tekçe) komutasındaki muhafız birliği önceden Adapazarı’na gelmiş bulunuyordu

Mustafa Kemal Paşa ikametine tahsis edilen Adapazarı Askerlik Şubesi eski başkanı Binbaşı Baha Bey’in istasyon civarındaki evine gitmiş burada bir gün önce İstanbul’dan Adapazarı’na getirilen annesi Zübeyde Hanım’la buluşmuştu.
Mustafa Kemal Paşa evin civarına yaklaştığında kalabalık yüzünden
otomobilden inmek zorunda kalmış, eve kadar yürüyerek gitmişti. Bu sırada evin balkonunda olan Zübeyde Hanım, oğlunun kendisine doğru güçlükle ilerlemesini seyrederken mendiliyle göz yaşlarını silmeye çalışmıştı. Mustafa Kemal Paşa 14 Haziran gününü annesiyle hasret gidererek, istirahat ederek
geçirmiş, ayrıca Hâriciye Vekili Yusuf Kemal Bey’e(Tengirşek) Claude Farrere ile görüşmesi konusunda bir telgraf çekmişti. Telgrafta, Claude Farrere ile haberleşilerek kendisiyle görüşebileceğinin, geleceği günü bildirdiği takdirde İzmit’te bulunarak orada kabul edebileceğinin iletilmesini, alınacak cevabın Adapazarı’na bildirilmesini istemişti Mustafa Kemal Paşa Adapazarı’nda geçen ikinci gününde çarşı ve pazarı bir fert gibi gezmiş muhtelif mağaza ve dükkanlara uğrayarak herkesten kendi sanatlarına dair bilgiler almıştı. Özellikle, sattıkları yabancı malların nereden geldiği, hangi fabrikanın malı olduğuna dair sorduğu sorular, esnaf tarafından tatminkar bir şekilde cevaplandırılmıştı. Başkomutanın halk arasındaki tabii davranışları, alçak gönüllü hareketleri son derece iyi etki yapmıştı.
Adapazarı’ndaki üçüncü gününde (16 Haziran) Cuma namazını camii şerifte (Orhan Camii) kılan Mustafa Kemal Paşa öğleden sonra Çark’ta şerefine düzenlenen müsamereye katılmıştı. Müsamerede “Kurtuluş Günlerine Doğru” adlı üç perdelik milli bir piyes oynanmış, sahra hastanesini gösteren son sahnedeki bir yaralının manzarası Gazi Paşa’nın gözlerini yaşlarla doldurmuştu
. Halkın ve öğrencilerin katıldığı müsamerede çeşitli milli oyunlaroynanmış, özellikle milli ordunun efradınca perde aralarında söylenen Türkçe dualar pek etkili olmuş, Mustafa Kemal Paşa müsamereyi düzenleyenlere memnuniyetini ifade etmişti. Bu arada Gazi’nin Adapazarı’na teşrifini haber alan Hendek Numûne okulu öğretmen ve öğrencileri vaktin gecikmesine rağmen Adapazarı’na yetişmişler, müsamerede hazır bulunmuşlardı.
Müsamerenin bitiminde Paşa’nın yolu üzerinde tek tip elbiseleriyle, önde musiki takımları olduğu halde, omuzlarında “Ya İstiklal Ya Ölüm”, “Hakkıdır Hakka Tapan Milletimin İstiklâl” levhası ve mızraklarıyla bir hürmet safı oluşturmuşlardı. Mustafa Kemal Paşa bahçe kapısına geldiği sırada öğrencilerden 124 nolu İsmail Vefa, okulunu takdim etmiş, Paşa, öğretmen veöğrencilerin her birinin ellerini büyük bir içtenlikle sıkmıştı. Kendilerine “Bendeniz için uzak yoldan buraya kadar ihtiyâr-ı zahmet edişinize müteşekkirim. Ne ile geldiniz? Selametle avdet ediniz” gibi cümlelerle hitap ederek, hem öğretmenleri, hem de pek dinç bulduğunu söylediği öğrencileri onurlandırmıştı. Öğrenciler bizzat kendi şubeleri eseri olan Sakarya Marşını söyleyerek yürüyüşe geçtiklerinde, Mustafa Kemal Paşa da Çark’tan askerlik şubesine kadar olan mesafeyi öğrencilerin arkasında yürümüştü. Daha sonra Hendek Numune okulu öğrencilerini belirlediği bir mahalle yerleştirerek, kendilerinden marşlar, manzumeler okumalarını istemişti. Mustafa Kemal Paşa, özellikle, öğrencilerin iki defa okudukları
İşte aduv karşıda hazır silah, Arş yiğitler vatan imdadına! marşını bütün ruhuyla alkışlamıştı. Öğrencilere tekrar tekrar teşekkür ederek,kendilerine şeker dağıttırmış, o sırada asker için hazırlanan karavanadan bir kaşık yemek tadarak halkın coşkun tezahüratı arasında ikametgahına gitmişti
Mustafa Kemal Paşa 16 Haziran günü Adapazarı’nda bazı telgraf haberleşmelerinde de bulunmuştu. Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın 14 Haziran tarihli telgrafına cevaben, Ankara’nın İstanbul’daki temsilcisi Hamit Bey’den aldığı telgraf metnini göndermişti. “Gayet aceledir” kaydıyla gönderilen telgrafta; Claude Farrere’in, görüşme isteğini tekrarladığı, kendisine pazar sabahı bir torpido ile hareket edip aynı günün akşamı döneceğinin söylendiği, Claude Farrere’in alıkonulması isteniyorsa hemen telgrafla emredilmesi bildiriliyordu. Aynı telgrafta Ercüment Ekrem Bey’in (Talû) birlikte olduğu, diğerlerinin gelmesi gerekiyorsa kendisinin refakatlerine izin vereceği, Galip Kemali Bey’in de birlikte gelmek istediği ve bu hususta hemen cevap verilmesinin gerekliliği arz ediliyordu21 Mustafa Kemal Paşa aynı gün Yusuf Kemal Bey’e “gayet aceledir” kaydıyla verdiği cevapta; Claude Farrere’in torpido ile İzmit’e gelmesi hususundaki tertibin uygun olduğunu,yanında kendisinin istediği Ercüment Ekrem gibi kalem erbabından bir iki kişinin bulunabileceğini, Galip Kemali Bey’i (Söylemezoğlu) padişahın Stockholm büyükelçisi olması sebebiyle kabul edemeyeceğini; Claude Farrere’in İzmit’te ne kadar kalacağı konusuna gelince, buna adı geçenin İzmit’e gelmesinden sonra karar verebileceğini bildirmiş, ayrıca ClaudeFarrere’in yanında bulunacak kimselerin adlarının önceden bildirilmesini istemişti
. Mustafa Kemal Paşa yine aynı gün Batı Cephesi Komutanlığı’na çektiği telgrafında, Claude Farrere’in 18 Haziran Pazar günü kendisiyle görüşmek üzere bir Fransız torpidosuyla İzmit’e geleceğini, İzmit körfezi kıyısındaki topçu birliklerinin yanlışlıkla torpidoya ateş açmamalarının sağlanmasını bildirmişti 17 Haziran günü, Anadolu’da Yenigün gazetesinin Adapazarı’na özel olarak gönderdiği muhabiri Mustafa Kemal Paşa’yla bir mülakat yapmış,kendisine günün önemli meseleleriyle ilgili sorular yöneltmişti
Anadolu’da mezalim yapıldığı, bu konuda tahkikat yapılmasıyla ilgili öneri hakkındaki
görüşleri sorulduğunda; “İngilizler sulh meselesinde notalar teatisi suretiyle maksatlarında muvaffak olamayınca faaliyet için başka bir zemin bulacaklardı. Yavel ‘in (Jowell) yalanları bu ihtiyaçlarını tatmin etti
. Fakat,bu defa da yanlış adım attıklarını cihan çabuk anlayacaktır” cevabını vermişti.Yunanlıların Samsun’u bombardıman etmeleri ve sonradan Yunandonanmasının telakki ettiği hareket serbestisi hakkındaki görüşlerini; “Yunanlıların korsanca hareket edeceklerini evvelden dahil-i hesap etmiştik” şeklinde ifade etmiş, batıdaki ve doğudaki durumumuzla ilgili bir soruyu şöyle cevaplamıştı: “İngilizler muhtelif hareketleriyle milletin azmini kuvvetlendiriyorlar. Rusya ile dostluğumuz daima kuvvetli esaslara maliktir”.
Mustafa Kemal Paşa son olarak Teşkilât-ı Esâsiye Kânûnu’nda değişiklik yapılıp yapılmayacağı sorusunu “hayır, Teşkilât-ı Esâsiyede tadilat yoktur ve olmayacaktır” diyerek cevaplandırmıştı.
Mustafa Kemal Paşanın Adapazarı’ndan İzmit’e Gidişi:Mustafa Kemal Paşa ve maiyeti 17 Haziran cumartesi günü öğleden sonra, kompartımanlarına değerli halılar serilmiş, çınar dalları ve bayraklarla süslenmiş özel bir trenle Adapazarı’ndan İzmit’e hareket etmişti Lokomotifin önünde eski harflerle yazılmış -aleyke avnillah levhası yer almaktaydı
Halk, istasyonu doldurmuş, büyük bir askeri birlik Paşa’nın “merhaba” larını,bir ağızdan yüksek sesli “merhaba” larla iade etmişti. Adapazarı Ahşap Malzeme Fabrikası da sürekli düdük çalmak suretiyle istasyondaki uğurlamaya katılmıştı. Vakit ve Anadolu’da Yenigün gazetelerinin muhabirleri de o andan itibaren gezinin bitimine kadar Mustafa Kemal Paşa’ya refakat etmişlerdi
Arifiye’de bir süvari birliğinin selamladığı tren, Sapanca gölünün ormanlıklar arasındaki şirin sahilini takip ederek Sapanca istasyonuna varmıştı.Yedisinden yetmişine Sapanca halkı istasyonda toplanmıştı. Burada defne, çam ve zeytin dalları arasında bayraklarla süslenmiş muazzam bir tak oluşturulmuştu. Her tarafta “Büyük hâlâskârımız, hoş geldin” levhaları görünüyordu. Paşa’nın geçeceği yerlere halılar döşenmişti. KarşılayanlarAmerika Şark-ı Karip Heyeti üyelerinden olan Yavel ve bazı arkadaşlarının Türklük aleyhinde faaliyet gösterdiklerinin anlaşılması üzerine, Türk hükümeti kendilerini Anadolu’yu terkedavet etmişti. Adı geçenler bunun da etkisiyle Türkler aleyhinde asılsız iddialar ileri sürmüşler, bu iftiralar 6 Mayıs 1922 tarihli Times gazetesinde yayınlanmıştı
Rıza Nur, Mustafa Kemal Paşa’nın adını anmadan Meclis-i Mebusa’nın açıldığı günlerde İstanbul’a gelmeye kalkıp İzmit’e kadar geldiğini kaydetmişse de, bu tamamen gerçek dışıdır Allah’ın yardımı senin üzerine anlamında.Anadolu’da Yenigün’ün muhabiri Kemal Salih’ti arasında Mutasarrıf Sadettin Bey, Reji Müdürü Gani Bey de bulunuyordu.
Trenden inen Mustafa Kemal Paşa, Sapanca Nahiye Müdürü Fuat Bey ve eşrafın hürmetlerini kabul etmiş, halka doğru ilerleyerek ön saftakilerin birerbirer ellerini sıkmıştı. İstasyonun sağ tarafında toplanmış erkek, sol tarafında Toplanmış kız okulu öğrencileriyle ilgilenmiş, küçük öğrencileri sevmişti.
Kalabalık arasında ak sakallı ihtiyarların, kadınların ağladıkları, gençlerin gözlerinin yaşardığı görülüyordu. Öğrencilerin alkışları arasında, yaşlı kadınların “Allah seni millete bağışlasın”, “Paşam sağ ol” sesleri yükseliyordu.
Halkın kalbinden doğan bu tezahürat milletin Milli mücadeleye ne kadar bağlı olduğunun açık belirtileriydi. Millet bu inancını, mücadelenin önderine gösterdiği sevgi ve saygıyla göstermekteydi. Mustafa Kemal Paşa, büfe olarak düzenlenen pasta, dondurma, meyve ve şurupların ikram edildiği istasyon binasında 5 dakika kadar dinlenmişti. Kapıdan çıkmak üzere olduğu bir sırada 8-10 yaşlarındaki küçük bir çocuk, karşısında selam durarak bir iki söz söylemek için izin almıştı. Vecihi Bey adlı bir zatın Nezihi adındaki oğlunun irticalen yaptığı, “Büyük Halâskârımız” diye başlayan konuşması şöyle devam etmişti: “Büyüklüğünüz yanında ben ne kadar küçüksem, küçük kalbimin duygusu da size karşı o kadar büyüktür. Tıpkı şu mini mini gölümüzün o ulu deryalarımızı hatırlattığı gibi… Onu, beni, bizi, hepimizi en korkunç uçurumlardan siz kurtardınız. O uçurumlar kadar derin gönlümüzün gölümüz kadar derin minnet ve şükranları ne yolda takdim edilebilir ki. Tarihteki mevkiiniz sema kadar yüksek ve nurludur. Halbuki, yalnız minnet ve şükranlarımı değil, temennilerimi ve emellerimi de arz edeceğim. Sapanca’yı kurtaranlardan Terkos ‘u, îşkodra ‘yi kurtaracakları günü bekleyeceğim. Onlar, yalnız anamın, babamın yurdu oldukları için değil, ana vatanımızda o yerlerin koptuğu yaralar hala kanadığı için ben bu günlere kanmayacağım. Gerçi pek küçük bir Sapancalıyım. Fakat sapanımla sizlerin, emellerinizin arkasındayım.
Felaketli vatanımın, harap olan yurdumun sefil bir yavrusu olmak sıfatıyla Yusuf Kemal Beyin (Tengirşek) teşrifinde de demiştim ki “vahşi Yunanlılar tarafından yeşil dağlarımızda ağaç, köylerimizde, bucaklarımızda üzerimize alacak hiç bir eşya kalmadı. Şu küçük aklımla garbın adil ve medeni olduğu kanaatindeydim, heyhat..” Medeniyet bu mu, temeddün bu mu?Dedelerimizin, babalarımızın, kardeşlerimizin mübarek kanlarıyla yıkanan bu topraklarda Yunan çizmelerinin sürüklendiğine katiyen razı değiliz. Misâk-ı Milli’mizin tamamıyla muhafazası uğrunda hiç bir fedakarlıkta çekinmeyeceğiz. Çünkü, biz de yaşamak isteriz
Küçük öğrencinin yaptığı bu konuşma çok etkili olmuştu. Başlangıçta derin bir sessizlik hakim olmuş, herkes bu küçük çocuğun neler söyleyeceğini duymak istemişti. Aradan bir kaç saniye geçince, zaten heyecan içinde bulunan kalpler taşmış, hıçkırıklar duyulmaya başlamıştı. Bütün gözler yaşarmış, hemen
herkes ağlamaktaydı. Nihayet, çocuğun kendisi de ağlamaya başlamıştı. Hem ağlıyor, hem söylüyordu. Yıllarını savaş meydanlarında geçirmiş, iri yarı üniformalı komutanların bile göz yaşlarını tutamadıkları görülüyordu. Mustafa Kemal Paşa, bu konuşmaya “bütün vatanın kurtarılmış evlatları emin
olabilirler. Sizin için esaslı bir zemin-i hayat bırakacağız. Merak etmeyiniz sözleriyle kısa bir mukabelede bulunmuş, küçük Nezihi’nin elini sıkarak, kendisini okşamıştı. Bu arada Yunan işgalinden en çok zarar görmüş
Sapanca’nm meyve üreticileri, Paşa’ya çeşitli yemişlerle örülmüş bir sepet sunmuşlardı. Kapaksız olan sepetin içi dörde bölünmüş, içine Sapanca’nın seçkin meyveleri konulduktan sonra örülerek kapatılmıştı. Sepetin tamamı kiraz ve vişnelerle, örülmüş, sap yerine kırmızı bir kurdele konulmuştu. Mustafa Kemal Paşa, istasyondan alkışlar arasında ayrılmış, yoluna serilmiş halılar üzerinden yürüyerek kompartımanındaki yerini almasıyla özel tren İzmit’e
doğru yoluna devam etmişti.
Özel tren, yol boyunca karakol selamları, tarla kenarlarında ellerini
şükran ve dua vaziyetinde kaldırıp yüzüne süren kadınlar arasında yoluna devamla Büyük Derbent istasyonuna gelmiş, burada da halk ve öğrenciler tarafından karşılanmıştı. Mustafa Kemal Paşa, istasyonda toplanmış olan Derbentlileri selamlayarak hatırlarını sormuş, küçük büyük herkese iltifatlarda bulunmuştu. “Yaşasın halâskârımız”, “Yaşasın Büyük Millet Meclisi” seslerinin
yükseldiği istasyonda beş yaşındaki bir çocuğun okuduğu iki manzume pek hoşa gitmiş, herkesi sevindirmişti. Mustafa Kemal Paşa, başarılarından dolayı kendisini tebrik eden köy ihtiyarlarına teşekkür etmiş, “birbirimizle el ele verip çalışarak daha mesut günler idrak ederiz” demişti. Özel tren Büyük Derbent’te 5 dakika kadar bekledikten sonra tekrar hareket etmişti. Öğleden sonra saat 6 sıralarında İzmit’e varan Mustafa Kemal Paşa ve maiyetini İzmit Komutanı Kaymakam Hüseyin Hüsnü Bey, Belediye Reisi
Abidin Bey, Müdafaa-i Hukuk Reisi, Mülkiye Müfettişi Emin, İstihbarat Müdürü Cevdet Bey karşılamışlardı. İzmit’te iki günden beri fevkalade hazırlıklar yapılmış, eşsiz bir karşılama töreni düzenlenmişti. Şehre on dakika mesafeden itibaren mızraklı süvariler Başkomutanı selamlamaya başlamışlardı. İstasyon, tamamen Milli Ordunun kahraman ve bahadır askerleriyle dolmuştu
İstasyondan “kasr”& kadar devam eden yol da aynı durumdaydı. Her yerde halkın alkışları görülüyor, duyuluyordu. İstasyonu bir köprü ile kasra ulaştıran uzun ve dik yol ile etrafındaki meydanlarda bütün İzmit’in heyecanı canlı bir halde görülebilmekteydi. Saat kulesi önünden çıkan yokuşun başında defne dallarıyla bir tak yapılmıştı. Yokuşun yarısına gelindiğinde İzmit meşayihinin
yaptıkları, bu karşılama törenine daha bir derinlik kazandırmıştı. Kasra giden caddedeki köprüden geçildikten sonra meşâyih ve dedegân tarikat sancakları altında kudüm ve nekkâre (davul) çalıyorlardı. Müftü Efendi, burada Milli Ordunun zaferine, Mustafa Kemal Paşa’nın sıhhat ve ikbaline, bütün İslam ülkelerinin her türlü afet ve musibetten korunmasına dua etmiş, aynı zamanda
üç kurban birden kesilmişti
. Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler, güneşte
süngüleri pırıl pırıl yanan iki saf asker arasında yollara serilmiş halılar üzerinde yürürlerken; saat kulesinden yokuş başına kadar olan sırtları dolduran asker,nineleri, anaları, eşleri ve kızlarının “yaşa” sesleri, “bu günleri gördüm, ölsem de gam yemem” sözleri kalplere sönmeyecek bir neşe, bir iman getiriyordu.
Kasrın bahçesinde İzmit’in tertemiz giyinmiş kız öğrencileri, aralarında kırmızı entariler giymiş şehit yavruları da olduğu halde milli ve vatani şarkılar söyleyerek Mustafa Kemal Paşa’yı karşılamışlardı. Mustafa Kemal Paşa, Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan ve ikametine tahsis edilen kasrda kısa bir istirahatten sonra çeşitli heyetleri kabul etmişti. Eşraftan Kösezâde Ahmet
Efendi, Mükellefiyet-i Zirâiye heyetinden Rauf Bey, zürrâdan Hakkı ve İsmail Hakkı Efendiler, Paşaya Naciye adlı bir kızcağızın eliyle yeni ürünün başaklarından örülmüş bir hediye sunmuşlardı. İzmit çiftçileri levhası altında başaklardan birer hâle ile çevrilen bir ay yıldız, bir çiftçi arması bu heyeti temsilen kasrın bahçesinde uzun süre kalmıştı. Paşa’ya hediyeyi sunan Naciye, siyah bol ve uzun şalvarı, alnında bir cızi ziynet altınını gösteren beyaz baş
örtüsüyle Anadolu çifte; kadıı’.«nm timsaliydi. Hediyeyi verirken Paşa’ya “size çok kızlar, çocuklar güzel çiçekler, süslü buketler ^erdiler; ben de bir köylü kızıyım. Bu başakları yeriyorum. Yeni yetişen mahsulümüzün hediyesidir”sözlerini söylemişti. Çiftçileri temsil eden heyette günlük çiftçi kıyafetinde olanlar da vardı. Mustafa Kemal Paşa, bunlara iltifat etmiş, kendilerine “ben
çiftçileri severini” demişti. Çiftçilerden sonra kız okulları adına öğretmen ve öğrencilerden oluşan bir heyet kabul edilmişti. Çeşitli heyetlerin kabulü bu şekilde geç vakte kadar sürmüş, bu arada Mustafa Kemal Paşa’ya Bahçecik gibi civar merkezlerden “hoş geldiniz” telgrafları gelmişti.
Mustafa Kemal Paşa, 17 Haziran günü ayrıca İzmit’ten Yusuf Kemal
Bey’e bir telgraf çekerek, Claude Farrere’nin seyahatine dair Hamit Bey’den alınan bilginin ve yarınki pazar günü saat kaçta İzmit’e gelebileceğinin bildirilmesini istemişti
.
Claude Farrere’in İzmit’e Gelişi ve Mustafa Kemal Paşa- Claude
Farrere Mülakatı:Claude Farrere, önceden kararlaştırıldığı üzere Mustafa Kemal Paşa’yla görüşmek üzere 18 Haziran Pazar günü saat 11’de Tuareg adlı bir Fransız torpidosuyla İzmit’e gelmişti. Yanında mihmandarı Ercüment Ekrem, Hilâliahmer Reisi Hamit, Macit ve Ahmet Emin Beyler bulunuyorlardı. Claude Farrere’e İzmit hükümeti adına “hoş geldiniz” demek üzere iskeleden torpidoya
doğru hareket eden ilk sandalda Mutasarrıf Saadettin Bey, belediye ve müdâfaa-ı hukuk reisleriyle, liman reisi ve ayrıca Vakit ve Anadolu’da Yenigün gazetelerinin muhabirleri yer almışlardı. Münir Bey, Salih Bey ve Şükrü Ali Bey’de aynı görevi Mustafa Kemal Paşa adına yapmak üzere ikinci bir sandalla
gemiye çıkmışlardı. Claude Farrere’nin her iki heyete minnet şükranlarını ifade etmesinden ve kısa süren bir sohbetten sonra üç sandalla sahile doğru hareket edilmiş, iskeleye çıkan merdivenin iki tarafındaki Türk ve Fransız bayrakları,
halkın Türkçe ve Fransızca “yaşasın” nidaları arasında karaya ayak basılmıştı.
Askeri bandonun Fransız milli marşını çaldığı sırada İzmit Tütün Şirketi Müdürü Yusuf Osman Bey Fransızca olarak şu konuşmayı yapmıştı: “Aziz üstat. Bu anda size maalesef kesik kollarını açan şu Türk toprağı minnettarlıkla meşbu olarak titriyor. Bütün bir cihan-ı husûmet davamızın kaybolmasına akurane (azgınca) çalışırken, sizin mütemadiyen yükselen güzel ve her türlü fikr-i menfaatten ârî sadânıza karşı Türk toprağı minnettardır. Siz efkâr-ı umûmiye-i cihâna meydan okuyarak bu güzelliği müdâfaadan başka bir şeyle
mukayyet olmayan kalbinizin hararet ve asâletiyle bizi aleddevam müdâfaa ettiniz. Bu gün Anadolu eşiğinde sizi yalnız asil ve mümtaz bir ecnebi sıfatıyla değil, kendisince efsanevi bir surette muazzez ve büyük evladından biri gibi der-âguş ediyor. Size beyân-ı hoş- âmedî etmek gibi güzel bir fırsattan istifade ile mensup olduğum ırkın tâzimat ve minnettarlıklarını da Fransa’nın diğer büyük evladı Pier LotVye iblâğ buyurunuz”Heyecan içinde olan Claude
Farrere bu konuşmayı büyük bir ilgi ve teessür içinde dinlemiş, başı üzerindeki Türk bayrağını hürmetle öptükten sonra İzmit halkına hitaben şunları söylemişti: “Ben sizi müdafaa etmekle ancak hak ve hakikati müdafaa etmiş olduğun için minnettarlığa hak kazanmış değilim. Bu vazifede ilelebet devam edeceğim”
. Claude Farrere, halkın içten alkışlarına, “yaşasın Claude Farrere”
sesleriyle ifade ettiği içten tezahüratına teşekkür etmiş, “Yaşasın Türkiye”, “Yaşasın Kemal Paşa” diye bağırarak karşılık vermişti. İskeleden belediye bahçesinin kapısına kadar yürüyerek gidilmiş, Claude Farrere burada mutasarrıf Sadettin, Münir ve Ercüment Ekrem Beylerle birlikte otomobile binmişti. Otomobil, Claude Farrere ikametine tahsis edilen ve İzmit’in en güzel
konaklarından biri olan Portakalzâde Hafız Ali Rüştü Beyin evine götürecekti. Yol boyunca Yunanlıların yakıp yıktığı yerlerden geçen otomobil, dik bir yokuşa geldiğinde adeta halkın ellerinde taşınmıştı. Halkın ve öğrencilerin alkışları arasında konağa giren Claude Farrere, kısa bir istirahatı takiben balkona çıkarak uzunca bir süre halkın tezahüratına karşılık vermişti. Kendisine “hoş geldiniz” ziyaretinde bulunan İzmit İstihbarat Müdürü Cevdet Bey, Claude
Farrere’e “Türklerin âlicenap ve asil dostu, hak ve hakikat müdafii siz
muhterem misafirimizin Anadolu’ya teşriflerini Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umûmiyesi namına şükran ile karşılamak ve selamlamakla bahtiyarım” sözleriyle hitap etmişti
. Claude Farrere de ilk defa bir meslektaşı tarafından ziyaret edilmesinden dolayı memnun ve bahtiyar olduğunu ifadeyle teşekkürlerini bildirmişti
.
Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere otomobille kasra gitmişti. 18 Haziran Pazar günü yapılan Mustafa Kemal Paşa- Claude Farrere mülakatı iki saat kadar sürmüş, mülakat sonrasında öğle yemeği birlikte yenmişti
. Görüşmede bulunanların ifadesine göre, Claude Farrere Mustafa Kemal Paşa ile karşılaştığında aşırı heyecanlanmış, bir an için kendisini kaybederek uzun süre konuşamamış, Mustafa Kemal Paşa’ya olan saygısını elleriyle, vücudunun hareketleriyle ifade
etmeye çalışmıştı Sendeleyerek yere diz çökmüş, kendiliğinden gelmediğini siyasal bir görevle gönderildiğini söylemişti
. Mustafa Kemal Paşa da bir yandan kendisini saygıyla yerden kaldırmaya çalışmakla beraber, kolonya serperek rahatlatmaya çalışmıştı. Ancak Claude Farrere’in bu ilk karşılaşmadaki sözleri ve Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı bir hayli soğuk bir
hava estirmişti. Claude Farrere baygınlığı geçer geçmez Mustafa Kemal Paşa’ya özetle şunları söylemişti: ” Ekselans senin yaptıkların, Padişah ve eski rejim aleyhinde yaptıkların korkarım ki senin gibi büyük bir adamı Claude Farrere aynı zamanda Türkiye Matbuat Cemiyeti’nin fahri üyeliğini kabul etmişti muvaffakiyetsizliğe sevk eder. Seni seven bir adam sıfatıyla rica ederim,bunları yapma. Bu takdirde bütün dünya nazarında büyük olacak ve büyük
kalacaksın. Türkleri ve seni seven bir adam sıfatıyla senden bunu rica
ediyorum”** Claude Farrere’in ağzından dökülen bu sözler adeta ezbere okunan bir ders görünümündeydi. Mustafa Kemal Paşa bu sözler karşısındaki tepkisini gayet yumuşak bir üslupla şu sözlerle ifade etti:
Muhterem Klod Farer, çoktan beri sizin isminizi işitmekteyim. Ben sizin isminizi işittikçe daima diğer bir ismi de hatırlarım ki o da Piyer Loti ‘(Pierre Lotijdir. Her ikiniz Türk Milletine ve Türklüğe büyük bir sevda ile bağlı tanınmış bulunuyorsunuz.
Sizinle mülakatımda şimdi söylediğiniz sözleri değil, başka türlü sözler işitseydim asla istiğrap etmeyecektim. Mesela siz bana: biz şairler diyebilirdiniz, biz şairler bütün beşeriyette rakik duygular yaratmak için, bütüninsanları ince ruhlu yapmak için yüksek hayallerimize geniş kanatlar açaraköyle yazı yazarız. Bu yazılarımıza en temiz ve en merakengiz mevzuları
Türkiye’de bulduk. İçlerine asla girmediğimiz kafesler arkasında gizli bir muamma zannettiğimiz hayali, ahenkli, mest, müstağrak, sanki dünya geçmiş gibi görünen hassasiyetli vaziyetlerde gördük deseydiniz, nihayet bir şair olduğunuz için sizi mazur görürdüm. Fakat sizin bana söylediklerinizi esasen kafanızın içinde yeri olmayan ve affınızı rica ederek söylüyorum ki benim
kafamdakilerini anlamaktan çok uzak bulunduğunuzu anlatır tarzda size yakışmayan, sizin vasıflarınızla mütenasip görünmeyen sözlerin kaili olmanızbeni size karşı ne vaziyet alacağımda mütehayyir kıldı” . Claude Farrere bu cevap karşısında şunun bunun tavsiyesiyle söylediğini itiraf ettiği sözlerinden dolayı af dilemiş,Türk dostluğunda hakiki yolu takip edebilmek için Mustafa
Kemal Paşadan en doğru hattı hareketi göstermesini rica etmişti. Kendisinipolitika çamuruna bulaştıranlara karşı teessüf ve teessürlerini izhar ederek
kendi samimi şahsiyetine döndüğünü söylemiş ve Mustafa Kemal Paşanın artık o gözle bakmasını ve konuşmasını istemişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa ilk sözler üzerinde fazla durmaya gerek görmemiş, Türklüğün menfaatine hizmet eden herkese olduğu gibi Claude Farrere’den de iltifatlarını esirgememişti. Claude Farrere yemekten sonra kaldığı konağa geri dönmüştü.
Aynı gün İzmit’in en büyük meydanlarından birini teşkil eden Tersane içinde Claude Farrere şerefine askeri oyunlar düzenlenmişti. Misafirler için büyük bir çadır kurularak yerlere halılar serilmiş, koltuklar konulmuştu.Meydan, halk ve öğrenciler tarafından doldurulmuş, bandonun Fransız marşıyla açtığı program dua ile devam etmişti. Daha sonra kule teşkili, süratle soyunup
giyinmek, çadır kurmak, çuval koşusu, Karadeniz oyunları, asılı limonları elleri yağlı olduğu halde yemek, yumurta koşusu gibi oyunlar oynanmıştı Akşam saat 6.30’da kasrın büyük bahçesinde İzmit halkı tarafından kişilik bir çay ziyafeti verilmişti. Ziyafette sivil bir elbise giymiş olan Mustafa Kemal Paşa’nın sağında Claude Farrere, Hamit Bey, sol yanında Ercüment
Ekrem Bey, yanında Yenigün muharriri, onun yanında da Cevat Abbas Bey yer
almışlardı. Aralarında kırmızı elbiseli, beyaz baş örtülü, mahzun çehreli Türk kızlarının dikkati çektiği halk ve öğrencilerden oluşan bir kalabalık masanın etrafında toplanmıştı. Kırmızı elbiseli olanları, şehit çocuklarıydı. Mustafa Kemal Paşanın bu çocukları Claude Farrere’e göstererek, “zannediyorum ki şu kırmızı elbiseli kız çocukları babaları Yunanlılar tarafından öldürülen biçarelerdir”46 sözlerini söylemesi, Fransız edibini heyecanlandırmış ve
üzmüştü. Mustafa Kemal Paşa ziyafetin sonlarına doğru Claude Farrere’e sofrayı şereflendirdikleri şu sırada bir kaç söz söyleyeceğini ifade etmiş, Claude Farrere de bunun kendisi için büyük bir şeref olacağını, daha sonra kendisinin de bir kaç söz söylemesine müsaade buyurulmasını rica etmişti. Mustafa Kemal
Paşa ayağa kalkarak irticalen yaptığı konuşmasında şunları söylemişti:
“Efendiler, Türkiye ‘nin ve Türk halkının pek kıymettar dostu olan Monsiegneur Claude Farrere’i şurada daire-i samimiyetimizde görmekten mütehassıl hissiyatımı alenen izhar etmeyi bir vazife addederim. Aziz ve muhterem dostumuz Monsigeneur Claude Farrere, zât-ı necibanenizi, bir kıyısında olsa bile hür ve müstakil Türkiye topraklarında kabul etmekle pek mesrur ve
bahtiyarım. Bu sürürüm şahsi olduğu kadar, şamil-i umumidir. Muhterem misafirimiz emin olabilirsiniz ki bu dakikada İzmit Körfezi ‘nden ta Kars kalesine, Bahr-ı Siyah sevahilinden Arabistan vahalarına kadar milletimizin kalbi kıymetli dostumuza karşı aynı hiss-i muhabbet ve takdir ile daraban
etmektedir. Efendiler, Monsiegneur Claude Farrere Türkiye ‘nin hakikaten ve cidden dostu olduğunu pek bariz bir surette isbat etmiştir. Memleketimiz mühlik dakikalar yaşarken, milletimiz zulümlere maruz bulunurken, dünyanın bütün
adaletsizlikleri üzerimize tevcih edilirken, bu zulme karşı semalara yükselenulvi bir ses, insani bir sadâ işitiliyordu. O sadânın sahibi, huzurunda mesutolduğumuz Claude Farrere’dir. Efendiler, insanlar adetlerini, ahlaklarını hislerini, temayüllerini hatta fikirlerini tesmiye ve terbiyede içinde yetiştiği hey’et-i ictimaiyenin temayülat-ı umumiyesinden kurtulamazlar. Fakat bazı
büyük hilkatler vardır ki, onlar yalnız mensup oldukları hey f
karşı değil bütün insaniyete karşı kalplerini ve ruhlarını aynı halde tutarlar.İşte Monsiegneur Claude Farrere bu büyük insanlardan biridir. Dostumuzunbundan başka bir hususiyeti daha vardır. Kendisi, pek necip olan, hürriyet ve istiklalini bütün dünyaya tanıtmak için kanlar döken, inkılâplar yapan büyük bir milletin güzide evladıdır. Türkiye ile ve Türkiye halkıyla bu kadar kalbialakalara malik olan bir zatın, Türkiye ‘yi bu gün yaşadığı elemli dakikalarında
yakından ziyaret etmek istemesine zaten intizar olunurdu. Dostumuz bu dakikayı pek güzel takdir etmiş ve hakikaten ümit ve intizar olunduğu gibi,
İstanbul’dan sonra buraya gelmek zahmetini ihtiyar buyurmuşlardır.
Dostumuzun İstanbul’da geçirdiği beş on gün zarfında hasıl ettiği intibaatı bilmem, fakat İstanbul’da henüz düşmanların süngüleri ve tehditleri altındayaşayan o zavallı, o bedbaht vatandaşlarımızın kalplerindeki hicranlara elbette temas etmiştir. Bir Türk dostu için bu temasın hasıl edeceği intibaatın pek elimve dertnak olacağını kabul etmek lazımdır. O muhitte senelerden beri,
asırlardan beri bu zavallı milletin talihini elinden tutmuş, onun mukadder atıyla oynamış ve sonra kendisini terk edivermiş bir takım bedbahtların bulunması da elemli bir şeydir. Eğer dostumuz Claude Farrere seyahatlerine İstanbul’da hitam verselerdi, bu seyahati natamam kalmış addetmek zaruri olurdu.
Türkiye’nin bu günkü hakiki manzarasını görmek için böyle esaret altında bulunan değil, hürriyet ve istiklâlini muhafaza etmekle bahtiyar olan bir muhite gelmek lazım geliyordu.
Efendiler, Türkiye halkı asırlardan beri hür ve müstakil yaşamış ve
istiklâli bir lazime-i hayatiye telakki etmiş bir kavmin kahraman evlatlarıdır. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır. Fakat, bu milletin talihini ellerine alan bir takım insanlar, keyfi ve müstebitane su-i idareleriyle onun hayatını imhaya kastetmiş düşmanların icradan halikalmadığı nüfuz ve tesirat ile adeta onu şaşırtmışlardı. Milletimiz, istiklaline vurulan darbeler ve mevcudiyetine açılan rahneler karşısında göz yaşları
döküyordu. Dostla düşmanı tefrik edemeyecek bir hale getirilmişti. Bu manzara karşısında elim düşüncelere müstağrak kalmıştı. İşte, milletimizin bu hal-i istiğrakını, son bir darbe-i imhakar vurmak fırsatını bekleyen düşmanlarımız
vesile ittihaz etti ve an-ı lazımın hululüne zahib oldu, karar verildi, hareket başladı. Artık maskeler atıldı. Türkiye parçalanacak, Türkiye halkı esir, zelil,sefil ve perişan edilecekti. Maksat bu idi ve bu gaye-i zalimaneye vasıl olmak için hatır ve hayale gelmeyen her türlü tedbirlere müracaat edildi ve bahusus Garbın bazı hükümetleri ve bazı rical-i siyasiyesi bunun böyle olmasında ısrar
ediyordu. Ve el ‘an ısrar ediyor. Bu tarz-ı hareketlerini cihan nazarında mazur göstermek ve hatta kendi milletlerinin gözünden gizlemek için tevessül etmedikleri tedbir kalmadı. Her türlü müfteriyatı icat etmekten daha kolay bir
şey olamazdı. Türkler vahşidir, zalimdir, icabat-ı medeniyeyi ahz ve kabul gayr-ı müstaiddir. Tarzında, esasen vahşilerin, zalim ve müstevlilerin haksız yere icat ettikleri bir formülü terennüm ederek efkar-ı umumiyeyi iğfale kalkıştılar. Bu teşebbüslerinde muvaffak olacaklarını zannettiler. Başka bir
tedbire lüzum görmüyorlardı. Çünkü, Türkiye’nin kabiliyet-i hayatiyeden tamamen mahrum olduğunu farz ediyorlardı. Halbuki düşmanlarımız bu zanlarında tamamen aldanmışlardır. Bu muhakkaktır. Filhakika dimağları bir takım hissiyat-ı ihtiras kar anenin telatumgahı olan insanların telakkisi ile ve bir
takım batıl zanlarla hakikati tebdil ve hakkı itfa etmek mümkün değildi ve bu güne kadar kainatta buna imkan bulunmamıştır. Bütün bu fecayiden sonra milletlerin vicdanlarına müracaat olunursa, şüphe etmem ki necip ve hakkıyla medeni olan milletler bu siyasetçilerin icraat-ı zalimanelerini tel’in ve takbih
etmektedirler. Henüz mütereddit görünenler varsa, ben onları da mazurgörürüm. Çünkü Türkiye hakkında her gün icat edilen müfteriyatın mahiyet-i asliyesini anlamaya yine o devlet adamlarının mevcudiyeti manidir.
Efendiler, Türkiye halkının bütün fakr-u zaruretine rağmen, gizli veya
aşikar düşman elleriyle bu gün içine atılmış olduğu girivenin bütün dehşetine rağmen üç seneden beri kendi mukadderatını eline alarak idare-i hükümette gösterdiği kabiliyet ve kudret, (hazır olan okul öğrencilerini işaretle) şu gördüğünüz çocukları vatana layık yetiştirmek için umur-ı maarifte gösterdiği
kabiliyet, memleketimizin hemen kamilen hal-i muhasarada bulunmasına rağmen muhafaza-i mevcudiyet için asıl olduğuna kani bulunduğu umur-ı iktisadiyenin tanziminde gösterdiği kabiliyet, şarkta ve garpta muvaffakkiyatı
tevali eden ve edeceğine kimsenin şüphe etmemesi lazım gelen muntazam ve muazzam ordular teşkili hususunda gösterdiği en büyük kabiliyet ve kudret,düşmanlarımızın ikinci nokta-i nazarlarında da, yani kabiliyetten mahrum
olduğumuz hakkındaki zanlarında da ne kadar aldandıklarını ispata kafi delaildeğil midir? Fakat efendiler, Garbin bazı zalim ve hakikati görmemek için gözlerini kapayan siyasetçileri, bu hakikat karşısında baş çevirmek istiyor. Necip Fransız milletinin bu hakikati idrakte gösterdiği yüksek misali görmek istemiyor.
Efendiler, varlığını idrak etmiş olan, hürriyet ve esaret farkını takdir
eden, ölümü esarete tercih eyleyen ve bunu her gün fiilen ispat ede gelen bir milleti behemehal imha arzu-yı zalimanesine düşmek kadar dünyada vahşet tasavvur olunur mu? Düşmanlarımız maksatlarına behemehal vasıl olmak için
her gün yeni vesileler icat etmektedirler. Çünkü, behemehal Türkiye ‘yi baştan nihayete kadar harabezara çevirmek, burada yaşayan masum halkı, kadınlara ve çocuklarına varıncaya kadar en vahşi işkencelerle, en gayr-ı insani tecavüzlerle katletmek istiyorlar. Bunun için bir taraftan da mukaddes
topraklarımıza saldırdıkları Yunanlıların idame-i vahşetini temine çalışıyorlar.
Bir taraftan da Türk’ün asalet ve masumiyetini idrak ve asarını göstermeye başlayan milletlerin efkarını teşviş edecek bin türlü iftira ve eracif icat ediyorlar. Bu, pek mâhirane bir taktiktir. Bunu askerler çok yaptıkları için bilirim. Fakat, bunu askerler muharebe meydanlarında düşmana karşı kullanırlar. Düşmana karşı diyorum. Halbuki Garbın bazı rical-i siyasiyesi, bazı hükümetleri bunu, kendilerini insaniyetperver ve amil-i sulh ve sükunet
addedenleri işgal ve iğfal etmek için kullanıyorlar.
Efendiler, düşmanlarımız Türkiye ‘nin Hristiyanlar ‘a zulüm ettiğini
yalancı bir YaveVin iftiranamesini ileri sürerek cihan-ı medeniyetin efkarım duçar-ı teşevvüş etmek istiyorlar. Türkiye’nin davasındaki kutsiyeti ve Türkiye ‘nin hakkını teslime mütemayil olanların nokta-i nazarını başka cihete tevcihe çalışıyorlar. Bütün bu müddeiyat, bir sürü kizb ve iftiradan ibarettir. Başka türlü de olamaz. Yeni Türkiye devletinin idare-i mesuliyetini deruhte
etmiş olan TBMM bütün icraatından tarihe ve medeniyete karşı hesap vermekte bir an tereddüt etmez. Çünkü, bu hesaptan alnı ak olarak tamamen muzaffer çıkacağından şüphesi yoktur. Fakat geçen sene İnebolu, beş on gün evvel Samsun bombardıman ettirildi. Ayaklanmak üzere, düşmanların teşkil, teçhiz ve
teşvik ettikleri anasır-ı muzırranın mülahazat-ı askeriyeye tabi tutulmasında bir kabahat varsa, o kabahatin faillerini Türkiye’de, Ankara’da değil Atina’da ve belki daha büyük bir payitahtta aramak lazımdır. Şurasını da kati olarak beyanederim ki TBMM hükümeti milletten aldığı en meşru salahiyetleriyle devletin
mevcudiyetini ve istiklalini muhafaza ve temin için her müstakil millet ve devlet için meşru olan haklarını, salahiyetlerini biperva istimal eder ve edecektir.Garbın bazı hükümetleri Türkiye ile hal-i muhasamadan çıkmak istemediği, Türkiye’nin mübarek topraklarına saldırdığı, düşmanı takviye ve teşvikten
feragata razı olmadığı halde, güya dünyanın en bitaraf hükümeti imiş gibi memleketimiz içinde zabitlerini dolaştırmak suretiyle tahkikat icrasını ileri sürüyor. Şayan-ı teessüftür ki, diğer hükümetleri de bu teşebbüsüne teşrik yollarını buluyorlar. Dünyada bundan daha mantıksız ve daha cüretkarane bir hareket tasavvur edemiyorum. Dünyada müstakil bir devlet tasavvur olunabilir
mi ki, umur-ı dahiliyesine henüz düşman sıfatını haiz olanların değil,
dostlarının dahi müdahalesine müsamaha etsin. Eğer, o rical-i siyasiyye asırlardan beri müstakil yaşamış, istiklâlin timsali olmuş ve bu gün yeni bir intibah-ı milli ile azim ve imanı ve aşk-ı istiklali yükselmiş Türkiye halkının,Türkiye devletinin istiklalini tanımamak ve tanıtmamak istiyorlarsa, biz bunlara karşı hayretlerle mukabele ederiz ve bu ricalin gafletine bütün cihanın
nazar-ı istiğrabını davet ederiz. Zavallı milletimiz esir olmaya razı olmadığı için en büyük cezaya mahkum bulunuyor: İdama! Hayır efendiler hayır.. Bütüncihan emin olsun ki bu millet idama, imhaya değil, ihyaya müstehaktır veelyaktır. TBMM deruhte ettiği bu vazife-i tarihiyeyi kemal-i muvaffakiyetle ifa
ediyor ve en yüksek zaferlerle itmam ve ikmal edecektir.
Efendiler, aziz ve muhterem dostumuz Monsiegneur Claude Farrere’imemleketimizin sulh ve sükuna mazhariyetinde kabul etmekle çok müftehirolacaktık Eğer bugün buna muvaffak olmamış bulunuyorsak, bu husustaki kabahat bizim değildir. Ona memleketimizin her köşesini göstermek ve her köşede kemal-i tevekkül ve masumiyetle ve fakat kalbinde büyük bir iman ve hiss-i gurur-ı istiklâl ile tarlalarını süren, koyunlarını güden vatandaşlarımı yakından tanıtmak isterdim. O vakit, muhterem dostumuz Türkiye halkını daha çok sevecekti ve o vakit böyle bir milletin istiklaline taarruz edenlerin ne kadar bi-his ve ne kadar bi-insaf olduklarını daha derin bir surette takdir edecekti. Efendiler, samimi dostlarımız sevdikleri tarafından bir işkenceye mahkumdurlar. O işkence de sevdiklerinin dertlerini dinlemektir. Kıymetli dostumuz bu dakikada o vaziyette bulunuyor. Pek çok arzu ederdim ki, bu acı hakikatlerin müfessiri olmaktan ise, dostumuza şetaretbahş söz söyleyeyim. Fakat bizi mazur görsünler. Biz, hayat ve istiklâl için mücadele eden ve bu kanlı mücadeleler manzarası karşısında bütün cihan-ı medeniyetin bi-his,seyirci kaldığını görmekle dilhun olmuş insanlarız
Mustafa Kemal Paşanın konuşmasının hararetle ve şiddetle alkışlanmasından sonra, Claude Farrere de şu mukabil konuşmayı yapmıştı:”Paşa Hazretleri’nin irat buyurdukları necip, ulvi efkara tarafımdan ilave edilecek bir şey yoktur. Bu efkara bütün mevcudiyetimle, bütün kalbimle iştirak ediyorum. Kendilerinin beyan buyurdukları veçhile İstanbul’a ziyaret ettim.
Fakat bu ziyaret beni dağdar etti ve kalbimi kırdı. Bu büyük payitahtı ve muhitini ecnebi süngüsü altında gördüm. Bu hal benim için gayet hazin bir manzara teşkil ediyordu. Bu millet, Boğazlardan Asya’ya mağrur nazarlarla bakıyordu. Bu milletin hürriyet için ve hürriyetini muhafaza için ölmeye ve bu azim ile yaşamaya karar vermiş olan bir millet olduğunu gördüm. Fakat gördüğüm şey, bunlardan mı ibarettir? Hayır, başka bir şey daha görmüştüm.
Bu gördüğüm şey kalbimi ümit ve mahzuniyet ile doldurdu. Bu halk, bu milletyek vücut sağlam, sebatkar ve kavi bir hükümet-i milliyeye malik ve kudsi bir kumandan tarafından idare ediliyordu. Bütün bu ahval, bu milletin zafere varacağına hiç şüphe bırakmıyor. Acaba gördüğüm şeyler yalnız bunlardan mı ibaretti. Başka bir şey daha gördüm. O da hak ve adaletin kendisinde olmasıydı ve bu millet hakkı için harb ediyordu. Düşmanları zalim ve alçak adamlardan ibaret bulunuyordu. O düşmanlar ki, maksatları habis ve çirkin, fikirleri menfaatten başka bir şey değildir. Fakat, hürriyetini muhafaza için ölen, kanını döken bir milleti, hasis menafi takip eden düşmanlar hiçbir vakit mağlub edemezler. Daha başka bir şey söyleyeceğim. O da, yalnız kendilerinin bu hakka sahip olmaları değil, aynı zamanda büyük bir kuvvete malik olmaları hususudur. Cesur, metin bir surette idare edilen bu kuvvet, zaferin en kuvvetli dermanını teşkil eder. Zât-ı samilerine takdim edeceğim ihtiramat ve takdiratım yalnız benim değil, bütün Fransız milletinin tazimat ve hissiyat-ı ihtiramkaranesidir” *. Claude Farrere’in Fransızca olarak yaptığı bu konuşma Münir Bey tarafından Türkçe’ye çevrilmiş, saat 8’e doğru ziyafet sona ermişti.Mustafa Kemal Paşa aynı gün, T.B.M.M.’deki muhalif grubunliderleriyle irtibat ve muhaberatta bulunan I . Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa’yı görevinden azlederek hakkında yasal işleme devam edilmek üzere Milli Müdafaa Vekaleti emrine almıştı
Prof. Dr. Sabahattin Özel
1945 yılında Adapazarı’nda doğdu. İlk ve orta öğrenimini Emirler Köyü İlkokulu, Adapazarı Ortaokulu ve İstanbul Vefa Lisesi’nde tamamladı. 1970 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu.
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde 1986 yılında Yüksek Lisans, 1989 yılında Doktora öğrenimlerini tamamladı. 1991 yılında Doçent ünvanı aldı. Sakarya Üniversitesi’nde Tarih Bölümü Kurucu Başkanlığı, Kocaeli Üniversitesi’nde Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü Başkanlığı, Atatürk İlkeleri ve Devrimleri Araştırma Merkezi Müdürlüğü görevlerini yürüttü. 1996 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi’nde çalışmaya başladı ve 1998 yılı başında Profesörlüğe yükseldi.
Halen Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi olarak Yüksek Lisans ve Doktora dersleri vermekte, tez çalışmaları yönetmektedir.
Sabahattin Özel kuruluşundan itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri Atatürk Araştırma ve Eğitim Merkezi (ATAREM) I.Devre Genel Kurul Üyesi olarak görev yapmış, bu süre içinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin muhtelif birimlerinde Atatürkçülük Konferansları vermiştir.
Yine 1998 yılından bu yana Deniz Harp Okulu öğretim üyeliği, 2004 yılından itibaren de Türk Askeri Tarih Komisyonu genel kurul üyeliği görevlerini yürütmekte, ayrıca Harp Akademileri’nde Atatürkçülük dersleri vermektedir.