TÜRK ROMANINDA ZORUNLU GÖÇ OLGUSUNDA “İŞBİRLİKÇİLİK VE İHANET”
TÜRK ROMANINDA ZORUNLU GÖÇ OLGUSUNDA
“İŞBİRLİKÇİLİK VE İHANET”
Hilmi Özden
Yunan mitolojisinde iş birliği ve ihanet ile ilgili trajedilere de konu olan çok sayıda vakaya rastlayabiliriz. Bunlardan en bilinen ve psikolojinin de kavramları arasına girmiş olan Medeia kompleksi bunlardan biridir. Pek çok efsane ve trajediye konu olan mitolojik bir kişilik olan Medeia, Kolkhis Kralı Aetes ile Idyia’nın kızıdır. Thessalia’nın İolkos şehrinin zorba tabiatlı Kral Pelias’ın sorularını bilen İosan’la evlenmiştir. Bu soruları bilmesinde İosan’a Medeia yardımcı olmuştur. Kral Pelias sözünü tutmaz. Medeia Perilas’ın kızları ile arkadaş olur. Onlara ihtiyarları gençleştiğini söyler. İhtiyar bir koyunu alıp parçaladıktan sonra onları bir araya getirir. Bunu krala söyleyen kızlara inanan babalarını Medeia parçalar ve öldürür. Perilas İosan’a ihanetinin bedelini öder. İosan on sene krallık yapar sonra Perilas’ın oğlu tarafından tahttan uzaklaştırılır. İosan’la Medeia Korinthos’a giderler. Fakat İason tarafından Medeia Korinthos Kralı Creon’un kızı için terk edilir. Medeia eski kocasının sevgilisine zehirli bir gömlek göndermiştir. İason’un yeni sevgilisinin ölmesi ile de yetinmeyen Medeia, kendi oğullarını da öldürerek, babalarından intikam almak isterler. Emet Güler ve Canan Muter’e göre:
Medeia mitinin iki farklı yorumu söz konusudur. İlkinde Medeia, çocuklarını korumak isteyen altruistik bir anne olarak sunulmaktadır. Bu kapsamda çocuklarını öldürmesi, aslında bir intihardır. Mite ilişkin bir diğer yorum ise, Medeia’nın intikamdan başka bir şey düsünmeyen zalim doğasını konu almaktadır. Dolayısıyla Medeia, çocuklarını koruma içgüdüsüyle hareket eden ve nedenli büyük bir suç işlerse işlesin aslında masum olan bir kader kurbanı ya da intikam için çocuklarını kullanan ilkel bir ruh olarak nitelenebilmektedir (Güler ve Muter, 2007: 552)
Medeia mitolojisinde Kral Pelias sözünü tutmayarak, İosan’a, İosan’da kendisine yardımcı olan eşi Medeia’yı Korinthos Kralı Creon’un kızı için terk etmesiyle İosan eski eşine ihanet etmiştir. Medeia’nın ihanet ve intikamı ne kadar acımasız da olsa, daha önce yaşamış olduğu ihanetlerin karşılığı olarak görülür. Mitolojide ahlâk yasaları henüz netleşmemiştir. Medeia mitinde görüldüğü gibi ihanet karşılıklı ve iç içe geçmiştir.
Felsefe tarihinde ise Kant’ın ahlâk yasasında “öyle davran- ki, bu evrensel bir düstur olsun” anlayışı bilinmektedir. Lucien Goldmann “Kant Felsefesine Giriş”te bu ifadeyi şu şekilde özetler: “Elbette Kant gerçekte bu evrensel gerçekleşmenin yalnızca tek bir eyleme bağlı olmadığını bilir. Zaten trajik olan da budur. Ama birey için, eylemde bulunan insan için bunun ikincil bir önemi vardır. En küçük bir umut ışığı gördüğü zaman, sakınık davranmaya hakkı yoktur. Bütünselliğe uzanan her şey, şartlanmamışa uzanan her şey onun için özerklik, yani zihin ve ustur. Hayatın anlamı ve gerçekleşmesidir. Bunun dışında en küçük bir uzlaşma bile hürriyetsizlik ve ussuzluktur. Kendi geleceğine ihanettir” (Goldmann, 1983: 179).
Medeia mitolojisinde Kant’ın şartsız buyruk olarak tanımladığı evrensel ahlâk yasası görünmez. Çünkü şans ve tesadüf mitolojilerde önemli rol oynar. Lean-Pierre Clero “Lacan Sözlüğü”nde “şans kavramı paradoksal olarak ona en karşıt görünen zorunluluk ve yazgı kavramlarına bağlar”.
“Bu çelişen kavramlar Yunan trajedisinde birbirlerine yaklaştıkları, yeniden kavuştukları ve neredeyse birbirlerine karıştıkları ölçüde Freudcu psikanalizin, tipik olaysal düğümleri ifade etmek için özel olarak Yunan trajedisinden yararlandığını ve var oluşun trajik anlamı meselesinde Lacancı psikanalizin Antigone’un alameti altında arzu etiğini oluşturmaya kadar gittiği anlaşılmaktadır. Arzu etiği, arzu etiğinin nasıl amansız bir gereklilik haline geldiğini hemen görmediğimiz için, yasa etiğine karşıt gibi görünür.” (Clero, 2011: 138)
Burada Kant’ın görev etiği ve ahlâk yasasını görmek imkânsızdır. Üstelik görev etiği arzunun etiğine aktarılabilir. Burada arzu etiği kişinin yapmış olduğu ihanetlerden dolayı herhangi bir vicdan azabı da oluşturmadığı gibi, kişi kendini suçlu hissetmemektedir.
Freud psikanalizinde totem ilkel kabilelerde ata kabul edilen muhtemel bir hayvandır. Aynı toteme bağlı olan klanlar birbiriyle evlenmezler, dış evlilik vardır. İç evlilik olduğu takdirde, cezalandırılır ve kişinin bu davranış klana ihanet sayılır. Belirli bir totem anlayışı içinde ilkel hayat süren veya günümüz toplumlarında dışsal birtakım etkiler vardır. Arzu etiğinin oluşmasında bu tip etkenler engel teşkil ederler. Klan üyesi istediği bir davranışı kılanın hilâfına yapamaz. Aynı şekilde tarihte ve günümüz toplumlarında değer yargıları insanların çoğunluğu tarafından kabul edilen bir özelliğe sahiptir.
Tarihî ve sosyolojik kimliği ile işbirlikçilik ve ihanet kavramlarına açıklık getirmeden önce toplumlardaki öteki algısını aydınlatmak gerekir. Öteki, genelde düşman kimliği ile karşımıza çıkar. Düşmanla iş birliği yapmak ise, ait olduğu topluma ihaneti sergiler. Vatan hainliği, gizlice öteki ile birlikte hareket edenlere yapılan bir tanımlamadır. En tehlikeli olan öteki değil, öteki ile iş birliği içinde olan ve gizlenendir. Kısacası işbirlikçi ihaneti bilinmeyen iç düşmanlardır. Özellikle ulusal kimliklerin oluşmasında ötekiler belirgin bir hale gelir. Bununla beraber işbirlikçiliğin oluşturulmasında düşmanların başvurduğu en kolay yol: nifak/ tefrika/ ikilik tohumları ekmektir. Yahut istihbarat teşkilatlarının maddî veya manevî vaatlerle kişileri kendi taraflarına kazanmalarıdır.
Cengiz Dağcı’nın “Onlar da İnsandı” adlı eserinde Bekir’in evine aldığı iki Rus’un ona ihanet etmesi anlatılır. Türk köylülere zarar verir. Başlangıçta yoksul, aç ve sefil bir halde köye gelen baba, oğul iyiliklere ihanetlerle karşılık verirler. İvan, Bekir kasabaya indiği bir gün kızı Ayşe’ye sarkıntılık eder. Bekir düşüncelerinde kendi kendini suçlar: “Kabahat sende Bekir, sende! İvan’ı evine aldın, bu köye İvan’ı sen belâ ettin, milletin başına sen musallat ettin, Tanrı seni affetmeyecek (Dağcı, 1991: 234) der. Fakat iş işten çoktan geçmiştir. Köyde hırsızlık olayları artar. Ruslar kolhoz çalışmaları için köye gelmeye başlamıştır. İvan, Ayşe’nin kocası Remzi’nin ölümüne neden olur. Bekir’in çok sevdiği Macik isimli ineği doğumu yaklaşırken Ruslar tarafından çalınır ve kesilir. Bekir ruhsal bir çöküntü içinde tarlasına doğru yürür. Bu sırada Ruslar Kuşkaya tepesini tarlaya doğru yıkacaklardır. Bekir şuurunu kaybetmiş bir şekilde tarlaya yürür ve kayalar altında kalarak ölür.
Jung, “İnsan ve Sembolleri” eserinde Afrikalı Zulularda inek boynuzunun tedavide kullanıldığını yazar. Eski Mısırlılarda tanrıça Hator memelerinden süt akan bereketin sembolüdür (Jung, 2009: 82, 237). Hinduizmde inek kutsaldır, kesilmemelidir. Bekir için Macik’in kesilmesi kutsal ineğin kesilmesi şeklinde düşünülmelidir. Mehmet Ateş “Mitolojiler ve Semboller” kitabında “Köklü bir kült olan inek kültü, Çatalhöyük’te de yaygındır. İnek başı boynuzları da dâhil görüntü itibariyle kadın rahmini sembolize” (Ateş, 2014:122) ettiğini belirtir. Macik’in kesilmesi Kızıltaşlıların soyunu kurutmak anlamına gelir. Bekir’in tarlada kayalar altında kalarak ölmesi ise, verimli tarlasını yani toprak anayı kaybetmek ve parçalanmış kaya motifinin Uygurlarda göçe neden olduğu hatırlanırsa, Kırım Türklerinin de göç çığlıklarının başlayacağının habercisi olacağıdır. İvan’ın ihaneti şeklinde başlayan felaketler sebebi, acaba Bekir’in ihaneti midir? Çünkü Bekir iyi niyetine rağmen, bilmeyerek de olsa mahremiyete namahrem kişileri almış ve köydeki çözülmenin başlamasına sebep olmuştur. Cengiz Dağcı’nın İvan ismini seçmesi de tesadüf değildir. Ruslar Altınordu devletinin devlet teşkilatlanmasını öğrenmişlerdir. Üstelik Timur’un Altınordu’yu yıkmasıyla, Ruslar gelişmiş ve büyümüşlerdir. Daha sonra Korkunç İvan Türklerin esaretini hızlandırmıştır. O halde ihanet tek taraflı değil, iki taraflı bir psikanalitik sorundur.
Freud’a göre “Günlük Hayatın Psikopatolojisi”nde belirttiği gibi ihanetin bir itirafı ve karşılığı vardır. Bu bilinçdışında kişinin benliğinde bulunur. Altınordu’nun Rusların gelişmesine sağladığı tarihsel miras ve Timur Han’ın Rusların Türkler için tehdit oluşturan zemini hazırlayan yıkılış sürecini bireysel ve toplumsal bilinçaltında taşıyan Bekir iki Rus’u evine alarak başlattığı şahsî ve millî ihanetinin karşılığını ölmeyi isteyerek ödemek istemiştir.
Cengiz Dağcı “Onlar da İnsandı”nın devamını anlatan “O Topraklar Bizimdi” eserinde roman kahramanı Selim Çilingir Komünist Parti üyesidir. Ruslarca diğer Türklere göre biraz daha güvenilir olduğundan, köyü Çukurca’ya kolhoz için gönderilir. Kolhozdan ineğini saklayan hemşerisi Veli’ye ineğini kolhoza teslim etmesini söyler. Selim bunu kabul etmez ve ineğini keser. Nehir roman olan iki eserden ilki olan “Onlar da İnsandı” romanındakinden farklı olarak inek kesme burada sahibi tarafından yapılmaktadır. Sahibi tarafından kesme ile kesilme arasında psikolojik olarak fark var mıdır? Freud’un analitik yöntemi ile bakarsak, eski Mısırlıların inek boynuzlu İsis’i incitmek istemedikleri için yemedikleri ve kurban etmemeleri ineklere karşı duydukları korku” (Freud, 2012: 44) sebebiyledir. Burada Veli iki ineğini kendi keserek, bireysel korkusunu yenmiş ve egemenliği temsil eden yönetime karşı kutsalı çiğnese de, öz benliğini gerçekleştirmiştir. Bu arada bilmeden uterusu sembolize eden üretkenliği de öldürmüş olur.
“O Topraklar Bizimdi”de Selim, Kızıltaş’tan Bekir’in kızı Ayşe‘nin yetim oğlu Alim’le Çukurca’ya gelmiştir. Bu arada Selim’e yardım için kolhoza Natalya isminde bir Rus kızı gönderilmiştir. Selim, Natalya’ya yakınlık duymaktadır. Selim ve Natalya birlikte yaşamaya başlar. Bu arada ikisi Alim’i büyütmeye çalışır. Alim Natalya’yı sever, Selim’in öfkeli olduğu günlerde ona koruyacağını söyler. Fakat II. Dünya Savaşında Selim Rus ordusunda Almanlara karşı savaşırken Natalya onu bir Alman komutanı olan Herhaupt Schreiber’le ile aldatır ve ihanet eder. Natalya esasında Selim’i hâlâ sevmekte, fakat onun hayatından umudunu kesmiştir ve çaresizdir (Dağcı, 2005: 357). Selim ise savaşta sevdikleri için kolunu kaybetmiş ve Natalya’nın ihanetine hınç duymaktadır. Çukurca’ya döndüğü akşam,
“Natalya başını göğsünden kaldırdı ve bakışları Selim’in gözlerindeki bakışlarla buluştuğu anda, boğuk hıçkırıklarla atıldı, Selim’in ayaklarına sarıldı:
-Bağışla, Selim! Bağışla! Bağışla!.. Bağışla!
Sonra elleri, şakakları müthiş bir titreme içinde, gözlerini Selim’in yüzüne kaldırdı. Fakat Selim’in yüzünde kendisi için yabancı, daha önce hiç görmediği korkunç gölgeler vardı. Birden her şey karardı; bütün hayat hem Selim’in hem de Natalya’nın gözlerinde bir zindan, bir kâbus oluverdi. Natalya Selim’in çizmeleri altında, Natalya yerlerde yaralı bir hayvan gibi sürünüyordu. Natalya’nın bütün güzelliğine, bütün kadınlığına ve kadınlık ruhuna tekmeler attıkça, Selim’in:
-Haiiin! Haiiin! Feryatları odanın duvarları arasında boğuluyordu.” (Dağcı, 2005: 383)
İntikam için Rus çetelere katılan Selim, Herhaupt Schreiber’i yakalar ve çetecilere teslim eder (Dağcı, 2005: 490). Natalya savaş sonrasında Alim’i yetiştirmeye devam eder. Fakat Ruslar Çukurca’daki Türkleri Akmescit’e sürerler. Alim Natalya’nın yanında saklansa da kaçar ve Selim’i bulur. Selim Rusların yolarda öldürdüğü köylülerini görür. Çukurca’da hiç kimse kalmamıştır. Bununla beraber o topraklarına dönecektir ve Âlimle el ele çukurcaya doğru yürür. Selim “ölüm mü hayat mı?” (Dağcı,2005: 510) diyerek kendisine sorar. Artık onun için ikisi de değişmemektedir. Fakat Selim’e göre Türk’ün Türkü öldürmesi ihanettir. Kendisinin Bolşevik saflarında savaşması anlamlandıramadığı sosyolojik bir çelişkidir. Kim için, kime karşı savaşmaktadır. Ruslar’da Almanlar’da acımasız ve ikisi de Kırım Türklerine zulüm etmiştir. Roman kahramanı Selim’in kendisine ihanet eden Natalya’ya bir şey yapmaması onu çaresiz görmesidir. Natalya ihanet etse bile hayat boyu Selim’i sevmiştir. Fakat toplumun tarihî ihanetlerinin bedeli ağır olmuş ve bunun bedelini gelecek kuşaklar ödemiştir. “O Topraklar Bizimdi” de Kırım coğrafyası, Türklere aitken şimdi Rusların olmaya başlamıştır.
“Badem Dadına Asılı Bebekle” de Kazanlı Kazansky’nin ölüsü sokakta bulunur. Bağnaz Molla İrecep kendi su-i zanıyla onun Müslüman olmadığını düşünmekte ve müslüman mezarlığına gömülmesine engel olmaktadır. Kazansky meçhul bir yere gömülür. Roman kahramanı Halûk’un amcası bunu duyduğunda Haluk’un babası ile tartışır. Molla İrecep gibi insanlara niye engel olmadığını sorar.
Cengiz Dağcı Kazansky’nin şahsında Kazan Türklerini sembolize etmeye çalışır. Altın Orda Devleti’nin yıkılmasından sonra önce Kazan Rusların eline geçmiş, aradan 200 yıl sonra Kırım Ruslar tarafından işgal edilmiştir. Cengiz Dağcı Karadeniz’in Kuzey bozkırlarındaki Türk tarihini eserlerinde okuyucuyla paylaşır. Bunlardan “Korkunç Yıllar” isimli eserinde Sadık Turan çocukluğunda Bahçesaray’a gitmiştir. Bahçesaray’da Hanların sarayı boştur. Bahçede sarıklı taşların altında yatan Han Girayların mezarları bulunmaktadır. Yarı uykulu hayalinde üç ihtiyar dede görür. Onlardan biri Azamat oğlu Arslan’ın destanını anlatmaktadır. Sonra Sadık Turan’a döner onu Bahçesaray’ın gizemli yerlerine doğru götürür ve gezdirir Ona bir uçurum gösterir “kemikler kafatasları ve aralarında zehirli yılanlar” vardır. O sırada Sadık Turan dedeye gelen atlıları gösterir. Dede:
“Ruslar Kazana saldırdı. Kazan Hanı Bike haber gönderdi. Yardım istiyorlar. Evlerden köylerden ovalardan, ormanlardan asker safları çıkıyor, saraydan ayrılan Ulu Han’ın peşinden denize akan ırmaklar gibi gidiyorlardı. Her ağızdan her göğüsten “İntikam! İntikam!” naraları kopup yeri göğü inletti hep birden kuzeye doğru yola çıktılar. Geri dönecekler mi dedi diye tekrar sordum. Sakalı kadar ak kirpikler ile gözlerini kapayarak: “Gelmediler dedi ve kirpikleri arasında toplanan gözyaşları yanaklarından aşağı aktı. Rus askerlerinin demir nalçalı çizme sesleri Sadık Turan’ı uyandırmıştır” (Dağcı, 1975: 39- 40).
Korkunç Yıllar’da görüldüğü gibi Kırım Hanlığının Kazan Hanlığına yardımı yetersiz kalmıştır.
“Viran Dağlar” da roman kahramanı Zülfikar Bey ile babası Rıza Bey eşlerini aldatırlar. Fakat onların ihanetlerine annesi de eşi Emine’de ses çıkarmaz. Zülfikar Bey babasının annesini aldattığını ilk defa çocukken öğrenmiş ve babasından uzaklaşmıştır. Bu durum onun annesine yaklaşmasına neden olmuştur. Buna rağmen kendisinin de babası gibi eşini aldatması çelişkili bir davranıştır. Türk toplumunda bunun o dönemlerde normal karşılanması hadisenin patolojik yönünü aydınlatmaz. Burada benlik çatışmasının çözümlenmesi gerekir. Türkçe’de ‘özsaygı’ ve ‘kendilik saygısı’ olarak da ifade edilen benlik saygısı; insanın kendisine karşı geliştirdiği olumlu yahut olumsuz bakış sonucu ortaya çıkar. Erkeklerdeki sahip olma güdüsünün kadınlardaki olmak duygusuna üstün geldiği her ilişkide bu durum ortaya çıkacaktır. Bunun suistimal edilmesi halinde oranı değişmekle birlikte, bireyde narsistik ve mazoistik kişilik bozukluğu ortaya çıkar. Tek yönlü bir fedakârlığın sürekli ahlâkî bir değer yargısı olarak öğretildiği toplumda Zülfikar Bey ve babasının eşlerini aldatmaları normal karşılanmaktadır. Hâlbuki fedakârlık yargı değil, ilkedir. Aksi halde bu bireyi sadist narsist kişilik karşısında korunmasız bırakacaktır. Korunmasız birey ise, kendine mazoist bir role biçecektir. Mazoistliğinin farkında olmadığı için süperego herhangi bir rahatsızlık duymayacaktır. Aynı şekilde eşini aldatan erkekte narsistik kendine hak tanıyan sadistik nevrotik özelliğini üstünlük güdüsü yahut kuruntusu olarak sürdürecektir. Tutsak romanında Ceren’in kocası Orhan onu evlerine gelen Fatma ismindeki kadınla aldatır. Kocası Orhan’ın Ceren’e ihaneti Fatma ile sınırlı değildir. Hayatı başka kadınlarla bohemce devam etmekte ve evliliğine ihanetini sürdürmektedir. Ceren bunun farkındadır, fakat ses çıkarmamaktadır. Orhan’ın ihaneti Ceren ile arasındaki sado-mazoistik ilişkinin sosyal bir davranış kalıbına dökülmesinden ibarettir. Aile içi ihanet ile vatana yapılan ihanet aynı başlık altında değerlendirilebilir. Eşe ihanet etik ve estetik açıdan aile kutsallığını zedelemektedir. Bertrand Russell’in “Evlilik ve Ahlâk” eserinde ifade ettiği gibi “Evlilik iki kişinin birbirinden zevk almalarından daha ciddi bir şeydir; öyle bir kuruluştur ki bu, çocuk meydana getirme olgusu toplumun dokusunun bir parçasıdır ve karı kocanın kişisel duygularından öte giden bir önem taşır” (Russell, 1971: 68). Aile içi ihanet çocuklara ve gelecek nesillere yapılan bir ihanettir. Vatan insanlarla, kısaca nesillerle vatan olur. Vatan coğrafyayla anlam kazandığı kadar nesillerle somutlaşır. Toplumların asırlardır erkek ve kadına bakışı ve ihanet kavramı evrensel etik açısından ölçülü ve hakkaniyetli değildir. Türk milleti toprağa, toprak ana der. Ana dediğimiz toprağa ihanet edilmemelidir. Fakat bazı erkeklerin, çocuklarının anası olan eşlerini aldatması ona ihanet etmesi ise normal görülmektedir. Kiekegard insanın algı aşamalarını “1. Estetik aşama, 2. Etik aşama, 3. Dinî aşama” olarak üçe ayırır. Bunlardan en üst olanı dinî aşamadır. Kiekekard “estetik olarak yaşayan kişi, özgürlükle değil, ihtiyaçla gelişir” der. Ona göre bir kimsenin etikle temas kurmaksızın yaşaması “içimde bir Don Juan, bir Faust var…. İçime ekilen tohumların tamamen gelişmesine izin vereceğim” demektir” ifadesiyle özetler (Kikekard, 2013: 68- 69). Romanlardaki kahramanlardan bazılarının bu aşamalardan estetik aşamaya girdiği görülür.
Vatanına bağlı “Viran Dağlar “romanının kahramanı Zülfikar Bey, bir erkek kahraman olarak eşine ihanet edebilmektedir. Kendisinin bireysel olarak Balkanlardaki Türk vatanını sevmesi vatanperverlik için yetmemektedir. Bu bireylerin ve Türk Toplumunun psiko- sosyolojisindeki çelişkiyi gösterir. Vatana bağlılık, diğer tarafta aile içi ihanet çelişkisini mazur göstermemelidir. Aile devletin ve vatanın temelidir. Aile dışardan sağlam gibi gözükse de, devletin ve vatanın temelleri sarsılacaktır.
Viran Dağlar romanının kahramanı Zülfikar Bey Balkan Savaşında gönüllü olarak cepheye gitmiştir. Osmanlı Devleti’nin yenilmesi üzerine çete kurarak dağa çıkar. Fakat ihanete uğramış, İsmail isminde bir yakını onu Balkanlardaki Fransız kuvvetlerine ihbar etmiştir (Cumali 2012: 465 ). İsmail, Zülfikar Bey’in başına konan yetmiş altın için onu misafir ettiği sırada kendi evlerinde öldürür. Böylece İsmail hem yakınına, hem de Türk vatanına ihanet etmiştir. Burada Zülfikar Beyin şahsında öldürülen kurşun sıkılan Türk coğrafyasıdır.
İlhan Selçuk’un “Yüzbaşı Selahattin’in Romanı”nda 1918 yılında İran topraklarında İngilizlere karşı ordumuz çaresiz kaldığında Halil Paşa kurmay heyetine şöyle bir hikâye anlatır: 1905’te Rusya’da nihilistler ihtilal için çalışmaktadır. Fakat halk Çar ailesine bağlıdır. O sırada Pop Gapon adında bir papaz Moskova yakınlarında bir kasabaya gider ve halkın haksızlıklardan şikâyetini Moskova valisine anlatmak gerektiğini söyler. Halk bu fikri uygun görür, çevre illerden de bunu duyanlar şikâyetlerini söylemek için Moskova’da toplanırlar. Diğer taraftan papaz Gapon saraya haber gönderip, halkın Çar ailesini öldüreceğini Çarın tahtan indirileceğini ve gerekli tedbirleri almalarını bildirmiştir. Bunun üzerine sarayın emriyle binlerce Rus Kazak süvarisi halkın üzerine saldırır kadın, ihtiyar, çocuk demeden kılıçtan geçirir. Katliamından kurtulanlar papazı yakalandıklarında “ne yapayım fenalıklar yüksek memurlardan geliyor, bunları şikâyet edersek önler sanmıştım fakat bütün fenalıkların başı Çar imiş” diye cevap vermiştir (Selçuk, 1975: 420). Bu şekilde Papaz Pop Gapon ihanetin cezasından kurtulmaya çalışır. Bu anlatıda Papaz Gapon ihanet ve iş birliği davranışını aklileştirerek, karşısındaki insanlardan gizlemeye çalışır.
Gapon’un ihanet ve inkârı çoğu kez insanların başvurduğu psikolojik kaçış yollarından biridir. Siyasi atmosfer içinde insanların hâkim güçlerden yana olma tutkusu ağır basar. Bu anlatıda Halil Paşa aynı zamanda o dönem İttihat ve Terakki hükümetini ve yöneticilerini de eleştirmiş olur. Halil Paşa’nın kurmay heyeti bu hikâyeden hataların başının Enver Paşa olduğu çıkarsamasını da yapmaktadır.
“Acı Su” romanında Sovyet askerleri, Kırgızlara ihanet eden köylülerden işbirlikçi Munzıroğlu Abdullah dışında bütün Türkleri öldürürler: “Munzıroğlu Abdullah dışında bir tek Türk kalmamıştı soluk alan. Munzıroğlu döne döne karısını arıyordu. Ama ortalıkta yoktur.” (Kayıhan 1978: 207).
Bulgaristan’da geçen “Çiçekler Büyür” de ise Mehmet Ali, Bulgarlarla iş birliği yapar. Hatta sevgilisine yapılan bütün işkenceleri bilir ve ihanetini sürdürür. Bulgarlaştırılmayı kabul eder. Sevgilisi İlay ile Türkiye’ye kaçarlarken bile Bulgar Devletine çalışır. “Ölüm Daha Güzeldi” de Zeynep Ana ve oğlu Türkiye’ye kaçarken, kendilerine ihanet ettiğini düşündüğü kızı Hatun ile damadını öldürür (Niyazi 1982).
“Sessiz Göç” te Kuyaş’ın kocası Sultan Mahmut, ona Rusça öğretmeni tutmuştur. Niçin Rusça öğrendiğini kocasına sorduğunda “Zamanın insana ne göstereceği belli olmaz belki bir gün gerekir” (Güzelce, 2011: 55) diyerek, sözü kapatır. Kuyaş’ın kocası çoğunlukla birlikte Rusya’ya gitmekten bahsetmektedir. Çinlilere karşı Rusları tuttuğu da belli olmaktadır. Kuyaş’ın ilk eşi Sultan Mahmut’un evliliklerinin dördüncü nevruzunda bir Rus casusu olduğu anlaşılmış, Rusya’ya giderken trende öldürülmüştür. Sultan Mahmut’un Rus casusu olması, Çin’e ihanet ettiğini göstermemektedir. Çünkü onların vatanları Doğu Türkistan Çin işgali altındadır. Sultan Mahmut gibi birçok Türk’ün ikilemde kalması, topraklarının hür olmaması sebebiyle çaresizliğin getirdiği taraf olma psikolojisini yansıtır. Benzer durumları Cengiz Dağcı’nın eserlerinde kardeşlerin Rusya veya Alman birliklerinde birbirine düşman saflarında yer aldıklarında görülür.
“Acı Su”, “Çiçekler Büyür”, “Ölüm Daha Güzeld”i romanlarında öteki ile işbirliği ve kendi halkına ihanet vardır. İşbirliği çoğu kez casuslukla karıştırılır. Hâlbuki casusluk kavramı bundan çok farklıdır. Casusluk, ülkesine ve milletine faydalı olabilmek maksadıyla bilinçli olarak yapılan bir tercihtir. Aynı zamanda casusluk devletlerin “Millî Güvenlik” alanlarından biridir. Casusluk esnasında kullanılmış olan işbirlikçi kişiler ise, kendi toplumlarına ihanet etmiş olanlardır. İhanet, her zaman sadakatle çatışır. Bu çatışma muhtemelen iyi ve kötü arasındaki çatışma kadar eskidir. Belki de geleneksel tarihin en belirgin ihanet eylemi, otuz gümüşe karşılık İsa’nın kimliğini Başrahibin askerlerine açıklayan Yahuda tarafından işlenir. Yahuda, Hıristiyan kültüründe sadakatsizliği ve ihaneti simgeleyen bir figürdür. Dünya tarihinde bir başka ünlü ihanet eylemi, MÖ. 44’te Julius Caesar’ın öldürülmesidir. Julius Caesar Roma Senatosu’nda bir grup politikacı tarafından yirmi üç kez bıçaklanarak öldürülmüştür. En güvendiği ikinci varisi Brutus da suikastçılar arasındadır. Caesar’a ölümcül darbeyi vuran çok sevdiği Brutus’tur. Sezar, Burutus’u görene kadar suikastçılarla mücadele etmiş, onu gördükten sonra tarihe geçecek sözü; “Sende mi Brutus” diyerek, pelerini yüzüne kapatıp ölümüne razı olmuştur. “Çiçekler Büyür” ve “Ölüm Daha Güzeldi” romanlarında kahramanların en yakınları kendilerine ihanet etmiştir. “Çiçekler Büyür” de İlay’ın sevgilisi Mehmet Ali, “Ölüm Daha Güzeldi” de Zeynep Ana’nın damadı ihanet etmişlerdir. Sezar, Burutus’un ihaneti karşısında yaşamanın anlamsız olduğunu düşünürken, İlay ve Zeynep Ana tam tersine ihanetin bedelini yakınlarına ödetmişlerdir. İlay Mehmet Ali’yi, Zeynep Ana, damadını ve kızını öldürmüştür.
Cumali, N. (2012). Viran Dağlar, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul.
Dağcı, C. ( 1975) Korkunç Yıllar, Varlık Yayınları, İstanbul.
Dağcı, C. ( 1991) O Topraklar Bizimdi, Ötüken Yayınevi, İstanbul.
Dağcı, C. ( 1994) Onlarda İnsandı, Ötüken Yayınevi, İstanbul.
Dağcı, C. ( 2000) Badem dalına Asılı Bebekler, Ötüken Yayınevi, İstanbul.
Güzelce, A (2013). Sessiz Göç, Ötüken Neşriyat, İstanbul.
Işınsu, E. (1979 ). Çiçekler Büyür, Ötüken Yayınevi, İstanbul.
Işınsu, E. (1979 ). Tutsak, Töre-Devlet Yayınevi, Ankara.
Kayıhan, H. (1978). Acı Su, Töre-Devlet Yayınevi, Ankara.
Niyazi, M. (1982). Ölüm Daha Güzeldi, Ötüken Yayınevi, İstanbul.
Selçuk, İ. (1975). Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, 1. Kitap, Remzi Kitapevi, İstanbul.
Ateş, M. (2014). Mitolojiler ve Semboller, Milenyum Yayınları, İstanbul.
Clero, J. P. (2011). Lacan Sözlüğü, çev: Özge Soysal, Say Yayınları, İstanbul.
Freud, S. (2014). Günlük Yaşamın Psikopatolojisi, çev: Emin Aktan, Alter Yayınları, Ankara
Goldmann L. (1983). Kant Felsefesine Giriş, çev: Afşar Timuçin, Metis Yayınları, İstanbul.
Gürel, E. ve Muter, C. (2007). “Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması”, Sosyal Bilimler Dergisi C:1, ss. 537-569.
Jung, C. G. (2009). İnsan ve Sembolleri, çev: Ali Nahit Babaoğlu, Okuyanus yayınları, İstanbul.
Kierkegaard, S. (2013). Kişiliğin Gelişiminde Etik- Estetik Dengesi, çev: İbrahim Kapaklıkaya, Araf Yayınları, İstanbul.
Russell, B. (1971). Evlilik ve Ahlâk, çev: Ender Gürol, Varlık Yayınları, İstanbul.