Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, İzmir Çiğli Belediyesi Kent Lokantası Açılışına katıldı.

YOKSULLAŞTIRDIKLARIN İÇİN 110’UNCU KENT LOKANTASINI AÇIYORUZ
“SEÇİMİ YAPALIM, EMEKÇİYİ DE EMEKLİYİ DE KURTARALIM”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, İzmir Çiğli Belediyesi Kent Lokantası Açılışına katıldı. Burada konuşan Özel, “Çok teşekkür ediyorum güzel İzmir’imizin gönlünde, yüreğinde, vatan, millet, bayrak ve Atatürk sevgisi olan güzel insanları. Cumhuriyet Halk Partisi’nin değerli emekçileri, Çiğli’nin çok değerli hemşerileri, benim komşularım… Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz” dedi. Özel, şunları söyledi:
“EMANETE SAHİP ÇIKTINIZ”
“1900’lerin başında Balkanlar’dan, Batı Trakya’dan gelen soydaşlarımın yerleşip kurduğu, 1960’larda Muş Varto’da evsiz kalan depremzedelere kucak açan, yuva olan Çiğli’deyiz. Geçen 24 Mart’a gelip Onur Emrah ve Cemil Başkanlara istediğim desteği gönülden verdiniz. Seçimlere sadece bir hafta vardı. Buraya gelip ‘Onur Emrah’ı ve Cemil Başkan’ı size emanet ediyorum’ demiştim. Siz emanete sahip çıktınız. Siz her iki başkanıma da rekor düzeyde oylar verdiniz. Çiğli’yi onlara emanet ettiniz. Hepinize yürekten teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.”
“SENİN YOKSULLAŞTIRDIKLARINA SAHİP ÇIKMAK İÇİN 110’UNCU KENT LOKANTASINI AÇIYORUZ”
“Çiğli, 90’ların başına kadar Karşıyaka’ya bağlı, birkaç mahalleydi, bir semtti. 1992’de ilçe oldu. 1994’ten bu yana yedi kez belediye başkanı seçti. Çiğliler, ilk dönem hariç altı dönemdir aralıksız olarak ilçelerini Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanlarına emanet ediyorlar. Aynı zamanda 1977’de seçime gittikten sonra kapatılan, büyük Çiğli Belde Belediyesi’nin son başkanı da Cumhuriyet Halk Partiliydi. Çiğlililer bu seçimde sandığa gittiler ve yüzde 48’lik oy oranı ile Cumhuriyet Halk Partisi’ni iktidara getirdiler. Onur’a her iki oydan bir tanesini veren Çiğlili hemşerilerime yürekten teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar. Onur Emrah Başkan İzmir Büyükşehir’de daha önce Çiğli’ye de hizmet ederek edindiği belediyecilik deneyimi ile koltuğa oturdu. Terini soğutmadan, soluklanmadan hizmete başladı. Mahallelerde yol açma, sıcak, soğuk asfalt serimi, kaldırım imalatlı, yeşil alan düzenlemelerini yapıyor. Bu mahallede, Balatçık’ta yedi bin metrekare yol düzenlemesi yaptı. Çiğli’nin kalbi Kasaplar Meydanı’nı yeniledi. Çiğli İstihdam Ofisi’yle 4 bin 292 kişiyi iş sahibi yaptı. İhtiyaç sahibi öğrencilere kırtasiye ve çanta yardımlarını ulaştırdı. Üniversite öğrencilerine burs desteği veriyor. Çiğli’nin ilk kent lokantası geçen kasımda hayata girmişti. Bugün hep beraber ikincisini açacağız. Bir yanda sıcak salonlarda, atadığı kişilere kendisini alkışlatan Tayyip Erdoğan, CHP’ye iftira etmeye, hakaret etmeye devam etsin, salon siyasetçisi Tayyip Bey’e İzmir’den kışta, sokakta ve çok sayıda Çiğlili ile birlikte sesleniyorum: 110’uncu kent lokantasını açıyoruz Tayyip Bey. Senin yoksullaştırdıklarına sahip çıkmak için 110’uncu kent lokantasını açıyoruz.”
“BİR ÇORBANIN İÇİLDİĞİ FİYATIN YARISINA DÖRT KAP SICAK YEMEK VERECEK”
“38 yaşında Çiğli Belediye Başkanımız her gün 500 kişinin dört kap sıcak yemeği, yarım çorba fiyatına, İzmir’de bir çorbanın içildiği fiyatın yarısına dört kap sıcak yemek verecek. Burada senin açıp da unuttuğun, sadece sayısı ile övündüğün üniversitelerden bir tanesi. Katip Çelebi Üniversitesi var. Öğrencilerin barınmasını düşünmezsin. Üç kuruş KYK kredisine muhtaç hale getirirsin. Bu öğrencilere çorba dağıtmak isteriz. Ona bile izin vermemeye kalkarsın. Ama o öğrencileri Çiğli Kent Lokantası’na, dört kap yemeği yarım çorba fiyatına içmeye, bunu da alamayacak öğrenciler için Çiğlilileri lokantamızda askıda yemek uygulaması var. Yoksul öğrencilerin gelip bedava karınlarını doyurabilmesi için, o askılara yemekleri asmaya davet ediyorum. Bugün ilk açılışı İzmir milletvekillerimiz yapacak. Onları da yürekten alkışlıyoruz.”
“İKTİDAR DEVLETİ KADINLARIN ARKASINDAN ÇEKTİ”
“Biliyorsunuz, ‘Türkiye’nin en çok övünmeyi hak ettiği iş, AK Parti iktidarında neydi’ diye sorsanız, hep söyledim, İstanbul Sözleşmesi’ne girilmesiydi. Yani bir nazar boncuğum olsa, ‘Al bunu bir sebepten AK Parti’ye tak’ deseniz, ‘Tayyip Erdoğan’a ver’ deseniz, İstanbul Sözleşmesi için bunu yapardım. İstanbul’da sözleşme imzalandı, CHP’nin de çağrısıyla, Meclis’te iki elimizi birden kaldırarak oyladık. Hayata geçtiği sene ilk kez Cumhuriyet Halk Partisi’nin de övgüyle, hiç çekinmeden övgüyle ifade ettiği gibi kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri azalmıştı. Ama AK Parti kadına şiddet göstereni evden uzaklaştırma, çeşitli tedbirler alma, yani polisi, bekçiyi, hakimi, savcıyı kadını korumak için görevlendirme anlamına gelen gerekli düzenlemeleri yapma noktasında ilk baştaki iştahını hızla kaybetti. Bir süre sonra ‘Efendim, bizim seçmenlerimiz buna karşı’ demeye başladılar. ‘Kadının beyanı niye esas oluyor? Kadının söylediğine bakmayın. Kadınlar yalan söylüyor olabilir’ demeye başladılar. ‘Efendim, kadının bir beyanıyla eve uzak bırakılıyor. Ya da nafaka ödenmesi gerekiyor. Hayat pahalılığı var. Bu nafakalar yüksek’ demeye başladılar. Kadına karşı şiddete devlet engel olurken, bunu ‘Efendim erkeğe karşı şiddet’ diye ifade etmeye başladılar. Tayyip Erdoğan, seçimlere giderken herkese söz veriyordu. O sırada eski adı Hizbullah, adının tercümesi Hüda- Par olan, yani haşa ‘Allah’ın partisi’ diye kendilerini söyleyenler, bundan pazarlık ettiler. ‘Efendim biz sana destek vereceğiz ama domuz bağcıları dışarı çıkar. Kadına karşı şiddet diye yaptığın düzenlemelerden geri adım at.’ Bu Doğu’da, Güneydoğu’da kaybettiği gücün yerine güya Hüda-Par’ı koyma rüyasıyla İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıktı. Çıkınca ne oldu? Devleti kadınların arkasından çekti. Maalesef, kadına karşı şiddete cesaret verdi. Kadın cinayetleri, zaten İstanbul Sözleşmesi’ne ciddiyetle sahip çıkmadığı anlaşıldığında artmaya başlamıştı. Gitgide arttı. İşte o mağdurlardan bir tanesi. Eşi tarafından saldırıya uğrayan, az daha hayatını kaybedecekken hayata tutunan, o günden bugüne kadar mücadele eden ve ne mutlu bize ki bugün kendi adına açılan kent kitaplığının açılışına sağlığı da el verdiği için gelen, Özge Polat kardeşimiz. Büyükşehir Belediyemizin o dönemdeki çalışanı. Özge Polat kardeşimiz buraya geldi. Bizimle birlikte bütün şiddet mağduru ve erkek şiddetine direnen kadınlar adına ve Türkiye kadın hareketini temsilen onu yürekten alkışlıyoruz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak birazdan sevgili Özge Polat ile birlikte kurdeleyi keseceğiz. Adına açılan kent kitaplığını birlikte gezeceğiz. Ne mutlu ki Özge bugün aramızda. Ama adını verdiğimiz bir çok esere adını verdiğimiz kadın mağdurlar o sırada aramızda olmuyorlar. Özge şanslı olanları. Bunun için bizim hepimize, tüm Cumhuriyet Halk Partililere, kadın ve erkek eşitliğine en çok inanan, bunu en çok yaşayan kent olan İzmir’e, Cumhuriyet Halk Partisi’ni ilk seçimlerde iktidar yapmak ve hızla İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönmek düşüyor. Bunun sözünü veriyorum.”
“KENT YOKSULLUĞUNUN SORUMLUSU BU İKTİDARDIR”
“Son olarak kent lokantasının açılmasına ihtiyaç, kentteki yoksulluk. Kent yoksulluğunun sorumlusu şüphesiz bu iktidar. Biz ilçe ve büyükşehir belediye başkanlarımızla kent yoksulluğuna karşı büyük bir mücadele vermeye, sosyal belediyecilik uygulamaları iyileştirmeye, yaygınlaştırmaya, yoksulları tespit etmeye, onların çocuklarına doğumdan okula, okuldan üniversiteye, mezuniyete kadar sahip çıkmaya, ‘Hoş geldin bebek’ paketleri ile onları karşılamaya, anne kart uygulaması ile annelerini sosyal hayatın, iş hayatının içinde tutmaya, çocuk bakım evleri, kreşlerle hem o çocuklara eğitim vermeye, iyi beslenmelerini hiç olmazsa günde bir öğün sağlamaya, diğer çocuklarla iletişimleriyle okul öncesi eğitime, ilköğretime hazır hale getirmeye, annelerini sosyal hayatın ve çalışma hayatının içine katmaya, bu sayede kadın istihdamını artırmaya, çocukların okuldaki beslenme çantasına, sularına kadar katkı sağlamaya, yoksul ailelere süt desteği, okul sütü desteği, ayrıca protein desteği sağlamaya, maddi yardımlar sağlamaya devam ediyoruz.”
“TAYYİP BEY BU PARAYI BULAMADIĞI İÇİN EMEKLİ BU HALDE”
“Tayyip Bey ise, tarafını belirlemiş. ‘Emeklilere bir asgari ücret verelim’ dediğimde ‘10 bin liradan, 12 bin 500 lira yaptık. Bunun maliyeti 33 milyar. Özgür Bey hesap kitap bilmiyor. 66 milyar daha lazım’ diyordu Tayyip Bey. Ya da ben ‘Asgari ücreti 30 bin lira yapalım’ dediğimde, ‘Efendim asgari ücret 30 bin lira, veren kişi için çok’ diyordu. Oysa ki dediğimiz sözün arkasını dinlemiyordu. Biz diyorduk ki ‘10 kişiye kadar olan işletmelerde, devlet altı bin lira sosyal güvenlik prim desteği versin çalışan başına.’ Ne olsun? Yani asgari ücret alan için 30, veren için 24 bin lira olsun. O zaman hem verilebilir, hem de 30 bin lira hiç olmazsa yarayı birazcık kapatabilir. Buna karşı itiraz ettiler. ‘Para yok’ dediler. Kaynağı da gösterdik. İhtiyaç olan paranın 250 milyar lira olduğunu da söyledik. Bunu da kabul etmediler. Türkiye’de tarıma verilen desteğin ne kadar az olduğunu, yüzde bir olması gerekirken, binde iki olduğunu, bunun da karşılığını ifade ettik. Kaynağını söyledik. Bunların toplamı 700 milyar lira tutuyor. Yani çiftçinin hak ettiği tüm desteklemeleri Manisa’da üzümcüye, Ordu’da fındıkçıya, Rize’de, Trabzon’da, bütün Doğu Karadeniz’de çay üreticisine, Gaziantep’teki fıstık üreticisine, Adana’daki pamuk üreticisine, İç Anadolu’da Konya’daki, Ereğli’deki ve Trakya’daki tüm hububat üreticilerine destek vermenin, asgari ücreti 30 bin lira yapıp, 6 bin lirasını devletten vermenin, en düşük emekli maaşını bir asgari ücret yapmanın toplam maliyeti 700 milyar liranın biraz üzerinde. Tayyip Bey bu parayı bulamadığı için emekli bu halde, asgari ücretli bu halde, çiftçi bu halde. Onlar o halde olunca esnaf da bu halde.”
“BUNLARA TEŞVİK ADI ALTINDA DÜNYA KADAR PARAMIZI PEŞKEŞ ÇEKTİLER”
“Ama 2024 bütçesine Tayyip Bey, bir kaleme 701 milyar lira koymuş. Nedir o? Vazgeçilecek kurumlar vergisi karşılığı. Kimden vazgeçecek? Kurumlar vergisinin büyük şirketler, holdingler, yandaş müteahhitler veriyor. Beşli çete veriyor. Kim veriyor? 40 Haramiler veriyor. Buradan, Çiğli’den bütün Türkiye’ye, televizyonları başında bizi dinleyen tüm vatandaşlarımıza, yarın gazetelerden bunları okuyacak tüm vatandaşlarımıza sesleniyorum. Bu çok övündükleri tünelleri, otobanları, şehir hastanelerini, havaalanlarını kamu-özel işbirliği ile yaptılar. Buna bu yıl 220 milyar lira para koydular, bu bir kenarda dursun. Bunu yapanlar dünyanın parasını kazanıyorlar. Niye? Tünelden geçersen vatandaş veriyor, geçmezsen devlet ödüyor farkı. Hastaneye, yeterince hasta gidip film çekilip tahlil olursa parayı kazanıyorlar, olmazsa devletten alıyorlar. Havaalanından; uçandan para alıyorlar, uçmayanın parasını devletten alıyorlar. Kütahya Zafer Havalimanı’nda uçan yok, bütün parayı devletten alıyor. Uçandan alıyorlar, kaçandan alıyorlar. Dünya para kazanıyorlar. 43 şirketin o kadar kazandığı paraya rağmen bu 40 Haramiler’in 37’si hiç vergi vermiyorlar, sıfır lira matrah gösteriyorlar. Çünkü yurtdışından aldığı krediyi öderken, onu vergiden düşme hakkı verdiler. Çünkü bunlara teşvik adı altında dünya kadar paramızı peşkeş çektiler, çekmeye devam ediyorlar. Bunun için vatandaşımız bilsin ki, Tayyip Bey 40 Haramileri tutmuyor olsa, emekliyi, asgari ücretliyi, çiftçiyi tutuyor olsa, onlar vergilerine verseler o para bu tarafın bütün ihtiyaçlarına yetiyor. Ama Tayyip Bey’in tarafı o taraf. Tayyip Bey o taraftaysa, biz de bu taraftayız. Şuradan açıkça ifade ediyorum. Emekli maaşı, Tayyip Erdoğan geldiğinde 8 çeyrek altın alıyordu. Bugün ‘Vereceğiz’ dedikleri 14 bin 500 lira en düşük emekli maaşı üç çeyrek altın alamıyor bugün. Asgari ücret yedi çeyrek altın alıyordu, şu andaki asgari ücret, altın sabit kalsa ocak sonunda 4,5 çeyrek altını alamıyor. Herkesin cebinden para çalan bir iktidarla karşı karşıyayız.”
“İZMİR’İN 92 KUMRUSUNU EMEKLİ DEĞİL TAYYİP BEY YEMİŞ”
“Bugün İzmir’de dediler ki, ‘Üç gündür buradasınız. Bütün Türkiye’de çeyrek altın hesabının yanına yerelden bir şey katıyorsunuz. Bize de bir hesap yapacak mısınız?’ Biraz önce öğrenci arkadaşıma sordum. ‘Ne hesabı yapayım’ dedim. ‘Vallahi kumru hesabı yap başkanım’ dedi. Ben ortaokul, lise, üniversite, askerlikte hep buradaydım. İzmir’in kumrusunun hesabını genç arkadaş yaptı. Dedi ki ‘Geçen yıl bir kumru 30 liraydı. Şimdi 60 lira. Geçen yılki hesap ettim, en düşük emekli maaşıyla 333 kumru alınıyordu. Şimdi 241 tane alınıyor. Yani 92 tanesini, İzmir’in 92 kumrusunu emekli değil Tayyip Bey yemiş. Geçen sene 2 bin lira öğrenciye kredi veriyordu. 30 liralık kumdan 66 tane alınabiliyordu. Bugün ‘Artırdım’ diye övündüğü krediyi 3 bin lira yaptı. Kumru 60 lira oldu. Öğrenci arkadaşım diyor ki ‘50 kumru ancak bu alabiliyor.’ Hesabı basit yaptığınızda geçen sene 2 bin lira olan öğrenci KYK kredisinin alım gücü 66 bugün 50. 16 kumruyu öğrenci Mehmet yerine Tayyip Bey yedi. Hesap açıkça ortada.”
“ÖĞRENCİ KREDİSİNİ SEFALET PARASINA DÖNÜŞTÜREN TAYYİP BEY’E KIRMIZI KART”
“Onun için emekliyi yoksullaştıran, asgari ücretliyi yoksullaştıran, öğrenciyi yoksullaştıran insanların sorunlarına dönüp bakmayıp, halen daha onların ihtiyaç duyduğu parayı zenginlere veren Tayyip Bey’e ne yapıyoruz? İzmir’den işte Tayyip Bey’in kırmızı kartı. Merak eden baksın. Bakın Çiğlililer ne yapıyor. Emeklilik düşünmeyen Tayyip Bey’e kırmızı kart! Asgari ücretliyi süründüren Tayyip Bey’e İzmir’den kırmızı kart! Öğrenci kredisini sefalet parasına dönüştüren Tayyip Bey’e kırmızı kart! Bu kırmızı kart hepimizin cebinde, emeklinin emekçinin cebinde. 81 ilde 973 ilçede bu iktidardan memnun olmayan herkesi kırmızı kart göstermeye davet ediyorum. Buradan soruyorum: İzmirliler bu maaşlarla geçim olur mu? Geçim yoksa, seçim var. Kaçamayacaklar. Dün yeniden aday olmak istediğini söylemiş. Hodri meydan diyorum. Bu hafta kararı alalım bu martta seçimi yapalım, emekliyi de kurtaralım emekçiyi de kurtaralım. Hepiniz saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, varolun.”
CHP Lideri Özgür Özel: “Erdoğan, Suriye’den Duyulduğunu Bilerek Çok Tehlikeli İşe Kalkışıyor”

“ERDOĞAN, MEZHEPÇİLİĞE İZİN VERMEYECEĞİZ, BİR DAHA KALKIŞMA”
“TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ HEPİMİZE EMANET”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, CHP İzmir İl Başkanlığı’nın düzenlediği Korkusuz Kentler Çalıştayı’na katıldı. Burada konuşan Özel, “Güzel İzmir’in yüreğinde vatan, millet, bayrak ve Atatürk sevgisi olan güzel insanları, örgütümüzün çok değerli neferleri, hepinize günaydın. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Güzel bir İzmir sabahında, kışın ortasında ama hafta sonu yaptığımız çalışmalarda bize izin veren güzel İzmir günlerinde sizlerle birlikte olduk. Üçüncü gün, buradayım. Attığımız her adımda, aldığımız her nefeste İzmir’de olmanın, sizlerle birlikte olmanın, bir Cumhuriyet şehrinde, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarına, kuruluş felsefesine sahip çıkan bir şehirde olmanın, Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkan, onları yaşatan bir şehirde olmanın farkındayız. Yıllardır üzerine ‘Orayı, o kaleyi düşürsek, Cumhuriyet kalesini düşürürüz, eğer onları sindirirsek önümüzde başka engel kalmaz’ diye hedefe konan İzmir örgütümüzü, bugün ve geçmişte görev yapan, bugün de aramızda bulunan il başkanlarımızı, milletvekillerimizi, belediye başkanlarımızı, geçmiş dönem büyükşehir belediye başkanlarımızı, partimizin her kademesinde görev yapmış çok değerli yol arkadaşlarımı bugün burada, hep birlikte, omuz omuza bu organize kötülüğe karşı ‘Korkmuyoruz. Sinmiyoruz. Size teslim olmuyoruz’ dedikleri için yürekten alkışlıyorum. İyi ki varsınız” dedi. Özel, şunları söyledi:
“BİR ŞEY YAPMALIYDIK…”
“Zorlu süreçlerden geçtik. Cumhuriyet’in 100’üncü yılı yaklaşıyordu, birileri de ‘Hedef; 2023’ diyordu. Biz de hep birlikte Cumhuriyet’in 100’üncü yılında hedefi Cumhuriyet’i yıpratmak, aşındırmak, Cumhuriyet değerleri ile kavga etmek, eğitim sistemi ile kindar bir nesil yetiştirmek, Türkiye’yi gösterilen çağdaş medeniyetler tarafına değil de tam tersi istikamete götürmek isteyenlerin hedefine ulaşmamaları için var gücümüzle çalışıyorduk. Geçmiş dönemde birlikte görev yaptığımız herkes, bu partiye emeği olan herkes, parti üyesi olsun, olmasın 100’üncü yılda başarmak için, kendinden bir şeyler katan herkes maalesef 14 Mayıs ve 28 Mayıs akşamlarında hayatlarının en büyük hayal kırıklığını yaşadılar. Hepimiz üzüldük, hepimiz perişan olduk, hepimiz yıkıldık. Ertesi gün kimse sokağa çıkmak istemedi. Öğretmenevleri boşaldı. Öğretmenevlerine, 60 emekli öğretmenin gittiği salona beş – altı kişinin gelip onların da erkenden döndüğü, Cumhuriyet Halk Partililerin çokça oldukları şehirlerin belli yerlerinde, belli toplanılan alanlarda, belli kahvelerde ağızları bıçak açmadı. Halay çekeceğiz diye saklanan tülbentlerin sirkeli sulara basılıp, baş ağrımasın diye başa dolanıp, karanlık odalarda kadın kollarının oturduğu, hepimizin duygusal olarak yıkıldığı bir süreçteydik. O günlerde İzmir bu travmayı en derinden yaşayan şehirdi. Bir şey yapmalıydık. İlk kurşunu sıkan Hasan Tahsin’in şehrini bu halde bırakamazdık. Bir şey yapmalıydık. Atatürk’ün ‘Geldikleri gibi gidecekler’ diyerek, yanındaki yaverinin sırtını sıvazladığı yabancı donanmanın arasından geçip gidip, onları püskürttüğü şehri o halde bırakamazdık. Bandırma Vapuru’na binip büyük bir kurtuluşu ve ardından kuruluşu örgütleyeceği, bunun için Samsun’u, 16 gün aralıksız çalıştığı Amasya’yı bu halde bırakamazdık. Erzurum’a gitmek lazımdı; Sivas’a gitmek, Balıkesir’i dinlemek, Manisa’dan bir şeyler duymak lazımdı. Gitmediğimiz coğrafyalara da varmalıydık, olduğumuz yerlerde de artık bir kez daha ayağa kalkmalı, silkinmeli, kendimize gelmeliydik. Bu beklenti bütün Türkiye’de vardı. İçin için herkes, hepimiz bunu bekliyorduk ama bir ayağa kalkmanın, bir harekete geçmenin en çok beklendiği kent de burasıydı. Seçmendeki duygusal kopuşa bir yanıt vermek. ‘Biz buradayız ya, korkmayın. Tekrar ayağa kalkıyoruz. Bir kez daha kol kola gireceğiz, omuz omuza duracağız ve yenilmediğimizi, teslim olmadığımızı göstereceğiz’ demek lazımdı. Onun için ayağa kalktık. Biz kalkınca baktık ki kalkanlar var. Biz bir adım atınca baktık ki ikincisini bizden önce atanlar var. Biz baktık ki bir şey yapmaya niyet varsa, onun arkasında koca yürekli, inanılmaz fazla sayıda, cesur ve kararlı insanlar var. Bunların en kararlıları da her zaman olduğu gibi İzmir’deydi. O yüzden bir büyük yürüyüşü İzmir’den başlattık. Oradan başlayıp, Anadolu’ya gittik. Geriye baba ocağına, ana kucağına, Manisa’ya döndüğümüzde artık bambaşka bir noktadaydık.”
“İZMİR VE TÜRKİYE, TESLİMİYETİ KABUL ETMEDİ”
“O yaşadığımız değişim sürecinden sonra parti daha çok kadın; daha çok genç; cesur, kararlı, kendine güvenen, başkası için değil kendisi için siyaset yapan anlayışı ile yerel seçimlere doğru yürürken aslında biz artık ne yapmamız gerektiğini biliyorduk. Ne yaptıysak, en çok İzmir’de yaptık. ‘Hani değişim?’ diyenlere, ‘Dönün, İzmir’e bakın’ dedik. Cumhuriyet tarihi boyunca altı kadın belediye başkanı olmuş, tüm partilerden toplam altı kadın belediye başkanı olmuş İzmir’e 9 kadın aday gösterdik. İzmir, sekizini seçti. 14 genç aday gösterdik, İzmir 13’ünü seçti. 31 belediye başkan adayı gösterdik, İzmir 29’unu seçti. Bunu yaparken bir tek şeye güvendik; İzmir ve Türkiye, teslimiyeti kabul etmiyordu. İzmir ve Türkiye, bıraktığımız yerden devam etmemizi, daha ileriye gitmemizi istiyordu. İzmir ve Türkiye, bu işi nasıl yapacağımızı merak etmiyor, nasıl yapmamız gerektiğini tarihimizden görmemiz gerektiğini söylüyordu. Gençlerle, kadınlarla, bilime inanarak ve özgüvenli bir siyaseti kimsenin gündemine takılmadan yapmamızı istiyordu. Kutuplaştırmaya karşı, şeytanlaştırmaya karşı, ötekileştirmeye karşı, kirli siyaset diline karşı, hakaretlere karşı, dost ateşine karşı hep sabırlı olduk. Hayal kırıklıklarına, ihanete varan yalnız bırakılmalara rağmen hep gayretli, hep sabırlı ve kararlı olduk. Bu sürecin sonunda her geçen gün daha iyiye gittiğini, sahada ‘duygusal kopuş’ diye nitelendirdiğimiz meselenin bir kenetlenmeye dönüştüğünü, karşımızdaki kötücül aklın yaptığı her şeyin ters teptiğini gördük. Böyle bir kürsüye çıktım, 31 Mart akşamında. Bana o konuşmayı o kadar kısa sürede nasıl yazdığımı sordular. Oysa o konuşmayı neredeyse son bir aydır her sabah tıraş olurken zihnimde yazıyordum. Çünkü nereye gittiğimizi biliyordum. Beş yıl önce Manisa’da sadece dört belediye kazandığımızda o konuşmanın yüzde 40’ını zaten Manisa’da yapmıştım.”
“MESAJIMIZ ŞUYDU; KİMSE KAYBETMEDİ, TÜRKİYE KAZANDI”
“O kürsüye çıktığımda sadece şunu söyledim. Dedim ki, ‘Ben Rize’de, İzmir’de, Artvin’de, Antalya’da, Erzurum’da, Edirne’de, Antep’te, Konya’da bir şey söylemiştim.’ Bir an durdum. Yapıldığı günden sonra ilk kez bahçesi, etrafındaki yollar ve oraya ulaşan tüm yolların insanla, Cumhuriyet Halk Partililerle dolu olduğu o meydanla, o büyük kalabalıkla, o gecenin karanlığında binadan yansıyan ışıkların gözlerini parlattığı on binlerle göz göze geldik. Onlara şöyle söyledim. Binayı gösterdim ve dedim ki, ‘Gördünüz mü? Bu binanın ışıkları, Türkiye’deki 81 il başkanlığının ışıkları ve 973 ilçe başkanlığının ışıkları sönmedi, sönmeyecek, sonuna kadar yanacak.’ Öyle bir gecede Türkiye’ye mesajımız şuydu: ‘Kimse kaybetmedi. Türkiye kazandı. Kaybedenin olmadığı bir seçimdir bu. Kimse korkmasın. Kimseyi dışlamayacağız. Nüfusun yüzde 65’ine, ekonominin yüzde 80’ine, turizmin yüzde 92’sinin olduğu bölgelere hizmet edeceğiz. Var gücümüzle çalışacağız. Bunu bir zafer değil, görev akşamı görüyoruz. Kutlamaları burada kesiyoruz. Gidip yatıyoruz. Yarın sabahtan itibaren çalışmaya başlıyoruz.’ Yan komşu, köydeki diğer aday, beldedeki diğer aday, ilçelerin sokakları, en çok kazandığımıza sevinmeyi hak ettiğimiz akşam diğerini üzmemek, rahatsız etmemek, yıllardır bize yapılanı yapmamak üzere sakince boşaltıldı. Evlere çekilindi, ertesi sabah ayakkabılar giyildi ve işe koyulundu.”
“ERDOĞAN’IN HAZMEDEMEDİĞİ SONUÇLAR…”
“O gün bugündür Cumhuriyet Halk Partili belediyeler, başkanlığını aldıkları Türkiye Belediyeler Birliği… Ki tek başımıza bütün yönetimleri belirleyebilirdik, tüm partilere açtık. Aldıkları oy nispetinde yönetim kademelerini ‘Gireriz’ diyenlerle paylaştık. Türkiye Belediyeler Birliği, Tarihi Kentler Birliği, Sağlıklı Kentler Birliği başta olmak üzere bütün birliklerde güçlü ve demokratik yapılar kurduk. SODEM-SEN’i güçlendirdik. SODEM’i yeni fonksiyonlarla işlevlendirdik. İstanbul Planlama Ajansı’nın yanına bölge planlama ajanslarını, il planlama ajanslarını kurduk ve Cumhuriyet Halk Partililer olarak var gücümüzle gelecekte ülkeyi nasıl yöneteceğimizi göstermek üzere yerel yönetimlerde çalışmaya koyulduk. Sayın Erdoğan 31 Mart’ı önce tebrik etmeyerek, sonra dil ucuyla söyleyerek, sonra örgütüyle özeleştiri yapmaya başladığında zaferimizi, başarımızı tescilleyerek bir şekilde kabullendi. Yaz ortasında bir hareketlenme oldu. Ama esas saldırıya bildiğiniz gibi birkaç ay önce geçti. Çünkü kabullendiği 31 Mart’ta ona şunu demişlerdi: ‘Merak etmeyin, yapamazlar. Hazırlıksızlar. Koordinasyonları zayıf. Örgütleri ile belediye başkanları yakında birbirine düşer. Birbirleri ile uyum sağlayamazlar. Bu kadar büyük bir yapıyı merkezi yönetim desteği olmadan yönetemezler.’ Bu beklenti ve kendilerince imzaları atmayarak, işleri yavaşlatarak ama görünürde çok da fazla bir şey yapmayarak ilk altı – yedi ayı geçirdiler. Tayyip Bey’in bugün yaptıklarının 31 Mart seçim sonuçlarına tepki olduğunu kimse düşünmesin. O 31 Mart’tan sonra tökezleyeceğimize, düşeceğimize, başarısız olacağımıza ve belediye seçimlerinin sonuçlarının aslında genel seçimlerde dezavantajımız olacağına inanmıştı. Onu inandırmışlardı ya da o kendisini inandırmıştı. Onun hazmedemediği sonuçlar; 31 Mart sonuçları değil. Onun hazmedemediği sonuçlar; 31 Ekim sonuçları, 31 Aralık sonuçları. O da biz de belediyelerimizi sahada memnuniyet üzerinden ölçtük, ölçtürdük. Onun inanamadığı sonuç, Türkiye genelinde Cumhuriyet Halk Partili belediyelerden memnuniyet oranı ortalamasının bizde yüzde 58, onun ölçümlerinde yüzde 59,5-60 çıkmış olmasıdır. Onun hazmedemediği sonuç, AK Partili kadın seçmenin hızla Cumhuriyet Halk Partisi’ne dönüyor olmasıdır. Onun hazmedemediği sonuç, bu salondakilerin; birbirine düşmesini beklediği bu salonun omuz omuza belediye başkanlarına sahip çıkmasıdır. Onun hazmedemediği sonuç, ‘İzmir’i batıracaklar’ dediği İzmir’de; ‘Aday gösterilirken birbirlerine düştüler, mevcudun yarısını kaybederler’ dediği İzmir’de 31 adaydan 29’unu kazandığımız, 29’unun da destan yazdığı gerçeğidir. Bunu hazmedemiyor. O yüzden saldırıyor. O yüzden bu kadar gözü döndü; bu kadar hırçın, bu kadar hasis ve bu kadar kötülüğü yaparken, bu kadarını yaparken insan başkasından değil kendinden utanır. Ama bunları yapmaya cesaret ediyor.”
“BU KENTLE GÖNÜL BAĞIMIZI KOPARAMAZSINIZ, BİZ İZMİRİZ”
“Şimdi ben size ne yaptığını anlatayım. 31 Aralık 2024, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hesabına yatması gereken, beklenen, planlı, hesaplı kitaplı, nüfusa göre İller Bankası’ndan gelecek olan para 3,7 milyar lira. İzmir Büyükşehir devasa bir yapı, çok sayıda çalışanıyla 31 Aralık günü alacağı ödenekle 7 Ocak günü maaşları ödeyecek. Bu paradan 1,7 milyar lira, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin borcunu faizleriyle birlikte kesiyor. Bakanlara talimat verdi ya ‘Biraz silkeleyin’ diye. Böyle bir paranın bu kadarı kesildiğinde ne olacak? Hiç şüphe yok ki maaşlar ödenemeyecek, dolayısıyla çalışanlar mutsuz olacak, şehir tedirgin olacak, CHP’nin belediyecilik hizmetleri tartışmaya açılacak. 7 Ocak günü 32 şirketin 30’una maaş ödendi. Sadece iki şirket, büyük iki şirket; İZELMAN ve İZENERJİ birkaç günlük bir kaynak arayışından dolayı beklemeye alındı. Bu hal olunca, halden anlamayan, normalde dost görünen, işler yolunda gittiğinde halaya birlikte durulanların o gün bir anda nasıl karşımıza geçtiğini bir kenara not ettiğimizi bütün İzmir’in bilmesini isterim. Biz karşının okundan çok dostun gülünden yaralanan, hele hele karşısı oku bu kadar haksız, bu kadar acımasız, bu kadar namertçe ve arkadan, bu kadar darda, seni – beni dara koymak için atmışken onun kayığına su taşıyanları da bir başka tarafa not ettiğimi bilmenizi isterim. Sonuç; iki gün içinde sorun çözüldü, maaşlar yattı. Bundan sonraki süreçlerde de yapacakları her türlü kötülüğe, kuracakları her türlü tuzağa, arkadan çakacakları her türlü çelmeye karşı hazırlıklar yapıldı. Biz nasıl bir kötücül akılla karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. Girişte anlattım. Biz mahvolmuştuk, perişan olmuştuk. 100’üncü yılda seçimi kaybetmiştik, hepimiz bitmiştik. Birimiz ayağa kalktık, bizimle bir bütün İzmir ayağa kalktı. Biz bir adım attık, bütün İzmir peşimizden cesaret verdi, omzumuzu sıvazladı. Siz bu kenti korkutarak, sindirerek, işçisine maaş ödetmemek için parasını keserek, bu kentle bizim aramızdaki gönül bağını koparamazsınız. İzmir biziz, biz İzmiriz.”
“KÖRFEZ’İN KOKMASINI KİMİN İSTEDİĞİNİ İZMİRLİ BİLİYOR”
“O yüzden İzmirli, Körfez’i kimin kirlettiğini, kimin denetletmediğini, kimin koksun istediğini ve kimin bunu istismar ettiğini de bilir. Şu kadar ki hepimiz İzmir Limanı’na giren gemilerin, tersanenin, Gediz nehrinden Körfez’e akan dereleri kirleten sanayi tesislerinin denetim yetkisinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda, Tarım ve Orman Bakanlığı’nda ve Ulaştırma Bakanlığı’nda olduğunu biliriz. Bizden iyi bunu İzmirliler bilir. ‘Gemileri denetleyelim’ deyince ‘Sizin göreviniz değil’ diyenleri, ‘Fabrikalara siz gidemezsiniz. Keserse cezayı Bakanlık keser’ diyenleri, dereleri, İzmir Körfezi’ni kirleten akarsuları Tarım ve Orman Bakanlığı’nın eksik denetimleri yüzünden kirletildiğini, Sanayi Bakanlığı’nın bu işlerde Orman Bakanlığı üzerine baskı yaptığını İzmirliler senden – benden iyi bilirler. Bu yüzden hiç üzerimize vazife değilken İzmir’e diğer hizmetleri yapmamız gerektiği halde iki tarama gemisiyle, toplam altı gemiyle 2,5 milyon metreküp çamuru almak, taramak, kokuya engel olmak için verilen gayretlerin hepsi de görev icabı değil; İzmirli olmanın, İzmir’i sevmenin, bu kötücül akla karşı yine de bu şehre sahip çıkmanın gereğidir. Buradan bütün İzmir’e bir kez daha ilan ediyorum. İzmir’de kokan Körfez, temizlenmesi gereken Körfez değil; bu kirli ve kokuşmuş AKP siyaset biçimidir.”
“İZMİR’İN VİCDANINDAN DÖNMÜŞTÜR”
“Sen ülkeyi yöneteceksin, OECD raporlarına göre; her beş çocuktan biri iyi beslenmiyor olacak, dört çocuktan biri okula aç gidecek, üç çocuktan biri okulda hiçbir şey yemeden, içmeden evine dönecek. CHP’li belediye ‘Su vereyim’ diyecek, verdirmeyeceksin. Beslenme çantasına kadar müdahale edeceksin. ‘Okulda yemek verelim, okulu temizleyelim’ dediğimizde ‘Dur’ diyeceksin, İzmirliler de bu ülkenin güzel insanları da kötü ile iyiyi ayırmayacak öyle mi? Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 2002’de 37 bin çocuğa ailesi bakamadığı için doğrudan yardım yaparken; 2024’te yüzde 365 bu rakamın arttığını söyleyecek. 100 kişiden 14’ü sürekli yoksulluk içinde olacak. 100 kişiden 16’sı fazla fatura gelir diye akşam ışıkları kapatacak, bombardıman varmış gibi karartmada oturacak. 100 kişiden 32’si evin çatısının aktığını, pencerelerin sızdırdığını ama yaptıramadığını söyleyecek. 100 kişiden 30’u ‘Evim yeterince ısınmıyor’ diyecek. 100 kişiden 57’si ‘Borçla evi döndürüyorum’ diyecek. 58’i ‘Tatil nedir bilmem, hiç yapmadım son 10 yılda’ diyecek. 40’ı ‘Et, tavuk ya da balığa belediyenin desteği yoksa asla alamıyorum’ diyecek… Sen orada oturacaksın, zenginlerin vergilerini sileceksin ama dönüp de bu tarafa bakmayacaksın. Geldiğinde asgari ücret 7 çeyrek altın alıyor olacak. Şimdi 4,5 çeyrek altına düşecek. Her bir asgari ücretlinin cebinden 2,5 çeyrek altını bizzat sen çekmiş olacaksın. En düşük emekli maaşı 8 çeyrek altından 3 çeyrek altına düşecek. Senin iktidarda durmanın maliyeti her emekliye ayda 5 çeyrek altın olacak. Geldiğinde 57 kilo dana kıyma alan emekli maaşı, 24 kilo dana kıyma alır hale düşecek. Çok sevdiğin simit hesabında bile bin 285’ten 964 simide gerileyecek emekli maaşı. Geldiğinde ‘Simit – çay hesabı tutmuyorsa bu iş olmaz’ diyeceksin ve o hesabın altında kalacaksın. Sonra İzmir Büyükşehir maaş dağıtamasın diye çeşitli oyunlar oynayacaksın. Dışarıdan bulunan kredileri onaylamayacaksın. AK Parti’nin yaptığı borçları CHP’ye faizi ile ödeteceksin. Ondan sonra da İzmirlinin karşısına geçip, ‘CHP İzmir’i yönetemiyor’ diyeceksin. İşte bunların hepsi ama hepsi İzmirlinin vicdanından dönmüştür.”
“ERDOĞAN ÇOK TEHLİKELİ BİR İŞE KALKIŞIYOR, SAKIN HA…”
“Yapılan anketlerin sonucu, bütün Türkiye’yi bırakıp hep birlikte İzmir’e saldırmalarının sebebi, buranın amiral gemisi oluşudur. Bir ülkenin donanması önemlidir. Donanmadaki en küçük hücum bottan, firkateyne kadar hepsi önemlidir. Ama düşman bir yeri hedef alır; içinde komutanın da bulunduğu sancak gemisini… Eğer Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi donanmasında bir sancak varsa o sancak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten emanettir ve o sancak, sancak gemimiz İzmir’e emanettir. Hiç sevmem kinaye yapayım, hiç sevmem alaya alayım, hiç sevmem ben kazandığımda kaybedeni küçük düşüreyim. Yapacak olsam; 47 yıl sonra parti birinci parti olmuş, 22 yıldır partisiyle hiç yenilmemiş Erdoğan o gece perişan olmuş, elime mikrofonu alıp… Hatırlayın, kendi kazandığında daha seçimdeki sloganlarıyla Sayın genel başkanımızla evinde otobüsün üstünde alay ederdi… İstesem 31 Mart’ta alırdım mikrofonu eline, alayın en iyisini, küçük düşürmenin en ilerisini yapardım. Düşmanıma yapmadım, ülkede insanların oy verdiği, bizden sonra en çok oy alan siyasi partinin genel başkanına da yapmadım. Bundan sonra da ne hadsizlik, ne terbiyesizlik yaparlarsa yapsınlar milletin istediği çizginin dışında bir üslupla siyaset yapmayacağım. Ancak evvelki gün çıktı, Suriye’yi konuşurken dedi ki, ‘Önceki genel başkanlarının..’ Sayın Kılıçdaroğlu’nu söylüyor. ‘Esed’i niye desteklediğini biliyorduk, malum sebeplerden. Ancak şimdikinin ne için Şam Kalesi’ne Türk bayrağı asılmasından rahatsız olduğunu anlayamıyoruz.’ Bu herhangi bir söz değil. Bu sözün içinde, siyasette her şey olur da olmaması gereken bir şey var. O da bir ülkenin vatandaşlarını, siyasetçilerini, inançlarına, mezheplerine ya da etnisitelerine göre ayırıp, rekabete, siyasete bunları dahil etmek, alet etmek. Ne Sayın Kılıçdaroğlu, ne ben; ne iç politikada, ne dış politikada asla din ve mezhep konuşmadık. Hatta partimizin sloganıdır. Üç yere asla ve asla siyaset sokmadık; ibadethanelere, camilere ve cemevlerine, okullara ve orduya, kışlaya. Okula, kışlaya ve camiye siyaseti sokmadık. Sokulmasına da hep itiraz ettik. Dış politikaya da asla böyle bakmadık. Şimdi Sayın Kılıçdaroğlu’nun inancını hatırlatarak, onun mezhebini hatırlatarak, onunla Esad üzerinden bir bağ kurarak, hem Suriye’deki haklı tedirgin Arap Alevilerini yalnızlaştırarak, Allah göstermesin onları hedefe koyarak… Çünkü Esad ve Kemal Bey üzerinden kurduğu mezhep vurgusunun Suriye’den duyulduğunu da bilerek, çok tehlikeli bir işe kalkışıyor. Biz hiç yapmadığımız, hep muhatap olduğumuz ama asla ve asla içine girmediğimiz bu tartışmaya bir kez daha ‘Sakın ha sakın’ diyoruz. Buradan Erdoğan’ın gözünün içine baka baka diyorum ki, ‘Sus. Bu konulara bu iş bilmezlikle, bu hadsizlikle, bu lüzumsuz çıkarcılıkla, önünü ve arkasını düşünmeden sakın girme.’ Bu vakitten sonra sessizliğini, sükutunu özürden sayacağım. Eğer bu konuda bir kelime daha ederse, onu tarihte görülmemiş bir şekilde perişan edeceğim. Sakın buna bir daha kalkışmasın. Utanmazlığın, arsızlığın, bu ülkenin insanları arasına mezhepçiliği sokmanın hadsizliğine izin vermeyeceğiz. Bu tartışmayı burada bitiriyoruz. Nokta. Sakın bir daha kalkışma.”
“EL ELE, KOL KOLA İKTİDARA YÜRÜYORUZ”
“Bir seçimi kazanmak için çalışmak lazım. Daha çok çalışmak lazım. Çalışanı kıskanmanın, arkasından çelme takmanın, yaptığı hizmete çomak sokmanın millette karşılığı yok. İnandığını savunabilirsin ama inançları alet etmemelisin. Her inanca saygılı olmalısın, hiçbir inancı şeytanlaştırmamalısın. Buradan bir kez daha büyük bir kararlılıkla söylüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi, İzmir’de kendisinin yarın ne olacağını değil bu ülkenin yarın ne olacağını düşünen milyonlardan, Türkiye’de bu uğurda oy vermiş 17,5 milyondan, oyuna talip olduğumuz 86 milyon kişinin içindeki seçmen olan her bir fertten umudumuz var. Beklentimiz var. Çünkü biz iyi yönetiyoruz. Çünkü biz birbirimizi ve ülkemizi seviyoruz. Çünkü biz sizin gibi şehirleri parsel parsel satmıyoruz. Bunu da sonra televizyon ekranlarında anlatmıyoruz. Çünkü biz helikopterlere binip, bir şehrin üstünde uçup, kupon arsaları Arap şeyhlerine pazarlamıyor, bunları yanımızdaki büyükşehir belediye başkanına not ettirmiyoruz. Biz bu ülkeyi iktidarını yereldeyken nasıl bir yağmalama, yandaşlarına peşkeş çekme, hiç değilse ele geçirme, yok etme olarak görmeyip, her zaman kentlerin ve ülkenin çıkarını koruduysak, genel iktidarda da bunu yapacağımızı biz de biliyoruz. Seçmenimiz de biliyor. Artık sizin seçmeniniz de biliyor. Bunun için bu güçlü örgümüzle birlikte ta İzmir’den geçen hafta olduğum Ardahan’a, Kars’a, Erzurum’a selam yollayarak; buradan Rize’ye, Trabzon’a, Hakkari’ye, Şemdinli’ye, Kayseri’ye, Konya’ya selam yollayarak; Rumeli ve Trakya’yı kardeşçe kucaklayarak, bütün Anadolu’ya sesleniyoruz: Cumhuriyet Halk Partisi birlik ve beraberlik halinde. Örgütüyle, seçilmişleriyle, belediye başkanlarıyla, milletvekilleriyle birlikte el ele, kol kola, omuz omuza iktidara yürümektedir. Bu yürüyüş ilk seçimlerde menziline ulaşacaktır. Bu zaferin en büyük pay sahipleri bu zorlu günlerde sancak gemisinde Ata’nın emanetine sahip çıkan İzmirliler olacaktır. Bu güzel gün için dün yaptıkları harika çalışmalar için, tüm baskılara rağmen ‘korkusuz kentler’ diyerek, zaten geçmişte baskıyı, tehdidi, ‘Hizmet alamazsın’ şantajlarını kulağına asmayan, korkmayan bir kente hizmet eden korkusuz 29 belediye başkanım var. Onların arkasında kaya gibi duran 30 ilçe başkanım var, il başkanım var, yönetimi var. Hep birlikte İzmir için, Türkiye için varız. Biz en zor günde İzmir’de ilk kurşunla başladık, en güzel günü 9 Eylül’de hep birlikte yaşadık. 100 yıl önce nasıl büyük bir cesaretle ayağa kalkmış ve başarmışsak bir kez daha İzmir’den, Cumhuriyet’i kurtarmayı ve bu ülkeyi yeniden ayağa kaldırmayı hep beraber başaracağız. İzmir ayağa kalkacak, Türkiye ayağa kalkacak. İzmir ayakta, Türkiye ayakta. İzmir, seni seviyorum İzmir. Size inanıyoruz, size güveniyoruz. Başkanlar size, kent başkanlara emanet. Türkiye’nin geleceği hepimize emanet. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel: “Erken Seçime Hazırız”

“DEVİR TESLİM İÇİN SABIRSIZLANIYORUZ”
“CESARETLERİ VARSA BU HAFTA SEÇİM KARARI ALABİLİRLER, HODRİ MEYDAN”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, İzmir’de gazetecilerin sorularını yanıtladı. Özel, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dün partisinin bir il kongresinde yeniden aday olacağını açıklaması hakkındaki soruya, “Cumhurbaşkanı yeniden aday olmak istiyorsa bunun bir yolu var. Meclis’te 360 milletvekilinin seçimlerin yenilenmesi kararını alması lazım. Eğer varsa biz varız. Hemen gelsin. İsterlerse bu hafta seçim kararını hemen alabiliriz. Yok biraz zamana ihtiyacı varsa zaten 2025’in ekim sonu, kasım başını işaret etmiştik kendisine. Eğer aday olmak istiyorsa tarih, o tarih. Martta yapmak istiyorsa martta. Ekimde yapmak istiyorsa ekimde. Biz dünden razıyız, bugünden hazırız. Devir teslim için sabırsızlanıyoruz. Gelsin ve aday olsun. ‘Aday olacağım’ deyip sanki yeniden seçilme gücü varmış gibi gösterip, sonra da kaçak oynamasın, kaçak dövüşmesin. Hemen grubuna talimat versin. Kararı bu hafta alalım” yanıtını verdi.
“ANCAK AÇ TAVUKLAR GÖRÜR”
Genel Başkan Özgür Özel, Erdoğan’ın erken seçim için 2027 yılının ikinci yarısını gündeme getirmesine yönelik soruya, “O rüyada görülecek bir darı ambarı. Ancak aç tavuklar görür. 2027’ye kadar milletin dayanacak gücü yok. Millet aç. Millet zorda. 14 bin 500 lira emekli maaşı vereceksin. Sonra 2027’nin sonlarında filan… O güne kadar size orada kalmayı kim garanti ediyor da böyle bir şeye cesaret ediyorsunuz? O yüzden o darı ambarından çıksınlar, o rüyadan uyansınlar, cesaretleri varsa kendilerine güveniyorlarsa bu hafta içinde seçim kararı alabiliriz. Hodri meydan” cevabını verdi.
“UTANÇ VERİCİ”
Yeni AK Parti Diyarbakır İl Başkanının, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Nuh Peygamber benzetmesi yapması hakkındaki soruya da yanıt veren Özel, “Utanç verici. Geminin kaptanına ne atfettiği belli ama ahaliyi neyin yerine koyduğu da belli. Nuh’un gemisine tüm hayvanların kurtarılmak üzere her türünden birisi alınır. Ağzından çıkanı kulağı duyacak. Yeni başkanın hızlı şekilde uyarılmaya, belki de başlamadan bıraktırılmaya ihtiyacı var” dedi.
“MHP’DEKİ KIRILMAYI TAKİP EDECEĞİZ”
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, son olarak MHP Afyonkarahisar Milletvekili Mehmet Taytak’ın Abdullah Öcalan’a, “Öcalan Beyefendi” demesi hakkında, “Bunu herhangi bir muhalefet milletvekili ya da bir vatandaş sokakta söylese, milletvekiline fezleke, vatandaşın kapısına koçbaşı ile gelir, sabahın köründe girerler. Eskiden ‘Sayın Öcalan’ diyenlere ağza alınmayacak lafları edenler, şimdi bu noktalara geldiler. Hatta ben bir şey söyleyeyim. Hiçbir şey o kadar uzun süre gizli kalmaz. O ifadenin sadece MHP’deki o milletvekiline mahsus ve bir dil sürçmesi olmadığını, bazı görüşmelerde çok daha üst düzey MHP’liler tarafından benzer ifadelerin sarf edildiğinden haberdarız. Ama bugün söyle derseniz, bugün ispatlayacak bir şey yok. Ama zaman bu ifadelerin kimler tarafından nasıl kullanıldığı ortaya çıkaracak. Milliyetçi Hareket Partisi’ndeki bu kırılmayı hep birlikte zaman içinde takip etmeye devam edeceğiz” dedi.